28 Mart 2012 Çarşamba

Şu hortumlu dünyada fil yalnız bir hayvandır- Ahmet Şerif İzgören

Ahmet Şerif İzgören'in "Şu hortumlu dünyada fil yalnız bir hayvandır." adlı kitabını bitirdim.

Hemen hemen liseye başladığımdan, yani 14-15 yaşlarımdan beri tv izleyen bir insan olmadım. Yalan olmasın her yıl mutlaka seçtiğim bir dizi olurdu ve hah bu yıl bunu takip ederim ve tv ihtiyacımı(? benim için bir ihtiyaç olmadı asla) gideririm diyordum. Ama onu da takip edemiyordum genelde :) Nasıl olsa tekrarı olur ben kitap okiim en iyisi, tekrarı olur ben fotoğraf çekiim en iyisi; dizi var ama bira içmeye çağırdılar neyse tekrarı olur, dizi var ama ben şu geçen bit pazarından aldığım eski fotoğraf makinesini bi açayım içinde neler var bakalım dizinin tekrarı olur nasıl olsa...

Yani genel olarak misafirliğe gittiğimde ya da gittiğimizde izlerdim ve hala öyle yapıyorum.

İnsanların beynini yıkamak, insanları tv ye bağımlı hala getirmek için yapmayacakları ve yapmadıkları şey yok. Orta yaşlarda ve eziyet görmüş kadınları ekrana çekmek için yapılan kadın programları mı ararsınız "Bak kadıncağız neler çekmiş, şükür biz bu kadarını yaşamadık."(yaşadığı kötü şeyleri bile kadınlara nimet saydıran, kocası ya da bi başkaları tarafından dövüldüğüne şükredip öldürülmediği için kendini şanslı sayan bir topluluk yaratıyorlar). Çocukları ve gençleri; ünlü olmak; zengin olmak isteyen insanları ekrana çekmek için; saçma sapan yarışma programları mı ararsınız, futboldan hoşlanan kesini ekrana çekmek için yapılan ve saatlerce yayında kalan (insanların birbiriyle kavga ettiği, birbirlerine küfürler yağdırdığı) programlar mı ararsınız; işten eve gelince dinlenmek(?) maksatlı tv karşısına oturan insanları ekranda tutmak için yapılan(bol vurdulu kırdılı, tecavüzlü, silahlı, küfürlü) dizileri mi ararsınız; siyasilerin birbirine girdiği, ülkenin bölünmesi için uğraşan, saçma sapan şeyleri haber yapıp insanları gerçek gündemden ve Türkiye'nin asıl sorunlarından uzakta tutmaya çalışan ve çoğunlukla bunu başaran haber programları mı ararsınız?

Ne ararsanız var tv programlarında fakat en çok ihtiyacımız olan şeyler tabi ki yok çünkü birileri, birilerinin maşası ve bu toplumu köreltmeye, bu toplumun değerlerini yok etmeye; bu toplumu vatanından vazgeçirmeye çalışıyorlar ki bildiğiniz üzere üç kıtayı birbirine bağlayan, müthiş zengin bir bor kaynağına sahip olan; dört mevsimi bir arada yaşayan; müthiş çeşitlilikte sebze ve meyve üretebilen topraklara sahibiz.

Biraz Oktay Sinanoğlu'nu hatırlatacak ama ben isterdim ki, esnaflar dükkanlarına Türkçe isim koysun (dükkanları bırakın insanlar kedi köpeklerine bile yabancı isim takıyorlar, içim acıyor onları severken), hangi siyasetçinin yanlış söylediğini; hangi tv programının milleti uyutmaya çalıştığını anlayabilelim, birlik ve düzen içinde bunca yıl yaşayan halkın propagandalarla(din, düşünce ve köken hakkında) bölünemeyecek bir halk olduğunu gösterebilelim, bizim için önemli olan asla ne bir torba kömür olsun ne de tatlı bikaç söz, istersek dünyanın en kara cahil insanı olalım ama içimizde vatan sevgisi olsun, görebilelim hanginin bizim için daha aydınlık bir yol olduğunu. Başımızdakiler için ahlanıp vahlanmayalım; onları oraya biz çıkardık, çıkardığımız gibi indirelim. Şu televizyona nerdeyse hiç sevgim yok saygım da yok denecek kadar az, programları yapımcılar mı düzenler tv sahipleri mi bilmem ama biraz değer versinler özlerine; Tanrı'ları para olmasın lütfen, korkularından yapıyorlarsa da şunu söyleyeyim; korkunun ecele faydası maalesef yok.

Son sözüm şudur; TV'YE HAYATINIZDA OLABİLDİĞİNDE AZ YER VERİN.


"Şu hortumlu dünyada fil yalnız bir hayvandır" Kitap için teşekkürlerimi sunarım Ahmet Bey, sorsanız neresini beğendiniz diye evet şu dur diyemem ama insanı çeken bi doğallığı, bi babacanlığı var.

Ellerinize sağlık.
Sevgiyle kalın.
N.








25 Mart 2012 Pazar

Don Kişot'un Maceralarının Dostları Tarafından Temsili


Anna  Karenina’yı bitirdikten sonra elime Tanrıların Arabaları’nı  aldım. Erich Von Daniken, kitabın yazardan bahsettiği kısmında bunun bir araştırma dizisinin ilki olduğunu anladım ve şu sıralar hiç de öyle kafamı yoracak “Vaay öylemiymiş bi araştırayım” diyeceğim bir kitap istemediğimi anladım.  Ruhumu yaşadığım dünyadan uzaklaştıracak, bana farklı bir dünya kurduracak şeyleri okumak istiyorum, hayal kurmak istiyorum. Zaten hafta sonu “Don Quijote’nin maceralarının dostlar tarafından temsili”ne gideceğimiz için(dün gittik) Don Quijote’yi okuyayım dedim.

Miguel de Cervantes saavedra(1547-1616), inişli çıkışlı ama sıradan bir hayattan sonra(1569da Kıbrıs’ı fetheden Osmanlılara karşı haçlı ordusuna katıldı. Haçlı donanması 1571 Leponto Savaşını kazandı Miguel tam bir kahraman gibi çarpıştı bizimkilerle savaşın en kızgın anlarındahep en ön safhalardaydı ve sonunda göğsünden aldığı iki ağır yaranın yanısıra sol elini kaybetti) Ocak 1605’te Don Quijote’yi yayımladı. İyi sattı kitap ama ona para kazandırmadı., bu para sıkıntısından kurtulmak için kitabın 1. Bölümünü Lemos Kontuna ithaf edip onun koruyuculuğuna girdi fakat sonuç değişmedi.

Orta Çağ’da delilik; aptallık cahillik ve meczupluğu içerirdi. Rönesansta ise bilge selinin işlevi; doğrudan duğruya putları yıkmak, kabul edilmiş değerleri sorgulamak ve eleştirmekti.
Modern romanın ilk örneği sayılan Don Quijote’yi, Miguel şövalye romanlarıyla alay etmek için yazmaya koyulmuştu. Gerçekten de 17.yy da Avrupa’da feodalizm çöküp ticari kapitalizm gelişirken İspanya feodalizmin son kalesi konumuyla çağına ters düşüyordu. Bu terlikle Miguel Don Quijote ve uşağı Sancho Panza karşıtlığıyla alay ediyordu. Sancho Panza  gününün adamıydı; maddi , gerçekçi, gözlemci, bencil ve tüccar. Don Quijote ise tam zıttı özelliklerle bezenmişti; maneviyatçı, idealist, cömert ve verici.

Don Quijote Albert Thibaudet tarafından “Romanların romanı”  olarak tarif edilmiştir. Gerçekte de 18-19. Yy arası Don Quijote tekrar tekrar uyarlanmıştır. Charles Dickens’ın Hard Times (Zor zamanlar)ında Gradçrind(1854); Tolstoy’un Savaş ve Barış’ında  Kont Pierre; Mark Twain ‘in The Advatures of Hitckleberry Finn’inde Huck Finn(1885); Doatoyevski’nin Budala’sında Prens Mişkin birer Don Quijote tiplemesidir.

Henüz kitabı okumadığım için ne gibi şeyler bulacağımı bilmiyorum kitapta ama oyun bir harikaydı. Don Quijote öldükten sonra arkadaşları onun yasını tutarken; onun hayallerini canlandırıyorlar. Tiyatro içinde tiyatro bir nevi.  Rezervuar Kanişleri’nden sonra izlediğim en mükemmel oyundu.

Tüm arkadaşlarının sahip olduğu birer rol var ve hepsi öyle güzel kaptırıyorlar ki kendilerini oyuna.  Başta hepsi Don Quijote’i bir hayalperest bir deli gibi görüyorlar fakat oynadıkça ve olayların içine girdikçe tüm düşünceleri değişiyor. Oyuna dahil olmayı hiçbir şekilde istemeyen berberbile kayboluyor rolünde. Hele ki o Don Quijote’nin ölüm sahnesi çok kötü.  Hıkırıklarıma engel olamadım, gözyaşlarıma da. Sahne, dekor, müzikler birer harikaydı. Oyuncular da öyle Eğer Don Quijote bir başyapıtsa bu oyun da en az onun kadar başyapıt.
Kesinlikle izlemelisiniz. Kitabı okuyanlar nasıl düşünür bilmem ama benim için mükemmeldi.
Bir türlü cesaret edememişti 1000 sayfaya üstelik de tek cilt. Ama okuyacağım ve oyuna bir de romanı okuyan birinin gözüyle bakacağım.


Sevgiyle kalın.
Tiyatro ve kitaplar hayatınızdan hiç eksilmesin.
N.


Oyun bilgileri ektedir.
http://www.devtiyatro.gov.tr/programlar-izmir-programlistesi.html?ay=3

 
                                             

24 Mart 2012 Cumartesi

Başlıksız

İçimde garip bi sıkıntı var...

Akşam oyuna gitçem.
Don Kişot'un Maceralarının Dostları Tarafından Temsili
Melek Ökte Sahnesi
20:30

http://www.devtiyatro.gov.tr/programlar-sehirler-izmir-detay-don-quijote-nin-maceralarinin-dostlari-tarafindan-temsili.html 

21 Mart 2012 Çarşamba

Bir Dost :P


Bugün en eski, en mükemmel, en çok zamanımın geçtiği, en benzediğim dostum Vladimir Valentinov Sergeyev'in doğum günü.

Onu ne kadar çok sevdiğimi anlatmaya kelimelerimi yettiremiyorum.

İyi ki doğmuşsun Vlat, iyi ki benim en benzersiz hatta tek dostumsun.

Seni çoooook ama çooooooook seviyorum.
Nadejda.

Anna Karenina - Final 2 (Vronski)


Levin, Kiti'den vazgeçtiği bir anda Kiti'nin onunla evlenmek istediği öğrenir ve evlenmeye karar verirler. Kilisede  yapılan düğün sırasında (Levin bunu Kiti'yi sevdiği için kabul etmiştir, yoksa düğününü kilisede yapmak gibi bir düşüncesi olmamıştır), Kiti'nin onu nasıl yeniden sevdiğini düşünen ve gözlerini ondan ayıramayan Levin "16-17 yaşları arasındaki o güçlü din duygusunu içinde yeniden canlandırmaya çalışıyordu; ama bunun imkansız olduğunu anlamakta gecikmedi" sf 547

Bir ara Papazın söyledikleri ("Kuşku, insanın zayıflığının göstergesidir. Ama bizler, bizlere çok acıyan Tanrı'mıza bize güç vermesi için dua etmeliyiz.") ilgisini çekmiş fakat kendini odaklayamamıştı.
 ...

....
Kiti anne olmaya hazırlanıyordu ve zorlu bir hamileliğin sonunda neredeyse 36 saat acı içinde kıvranmıştı. Bu saatler Levin'e yıllar gibi gelmiş ve öleceğini düşünmüştü hep. Abisi Nikolay'ın ölümünde hissettiği duygular yine sarmıştı bedenini ve Kiti'nin çektiği acılar nedeniyle sürekli Tanrıya onları kurtarması için dua etmişti. "Tanrıya inanmayan Levin bunları yalnız ağzıyla söylemiyordu. Şimdi o anda, içindeki kuşkuların değil, içinde olduğunu bildiği, aklıyla ulanmasının imkansızlığının bile Tanrıya yalvarmasına engel olamayacağını biliyordu. Bunların hepsi(kuşkuları) yok olmuş, ruhundan şimdi uçup gitmişti. Kendini, ruhunu ve sevgisini elinde hissettiği o zor anında ona yalvarmayacaktı da kime yalvaracaktı?" sf875

Dinle ilgili yaşadığı inişli çıkışlı birçok şeyden sonra Levin daha çok düşünmeye, sorgulamaya başlamıştı.

-"Hrstiyanlığın hayatımla ilgili sorulara verdiği cevapları kabul etmiyorsam, kabul ettiğim cevaplar nelerdir?"sf972

"Elinde olmayan bir bilinçsizlikle şimdi her kitapta, her konuşmada her insanda bu sorulara karşı bir tutum ve onların çözümünü arıyordu" sf973 (bu benim de fazlaca yaptığım bir şey ama herkesin, her kitabın düşünce ve görüşü farklı, insan birleştirmeye kalktığında beyni allak bullak oluyor)

Karısının doğumunda nasıl dua ettiğini hatırlıyordu ama,
"O an gelip geçmişti, o andaki psikolojik durumuna şimdi hayatında yer veremiyordu" sf973

"O zaman gerçeği gördüğünü, şimdi de yanıldığını kabul edemiyordu: bunu serin kanlılıkla sakin sakin düşünmeye başlayınca da her şey paramparça oluyordu. O zaman yanıldığını da kabul edemiyordu, çünkü o anki psikolojik durumuna da değer veriyordu. Bunu zayıflığının bir sonucu kabul etmekle o dakikaların anısını kirletmiş oluyordu. Kendi kendyle yürek burkan bir çelişki içindeydi. Bu düşünceler Levin'i bazen güçlenerek, bazen de zayıflayarak eziyordu" sf 974

Daha çok kitap okuyup inançlarını netleştirmek istemişti, dini mükemmel bir şekilde anlatmış bir kitaptan sonra bir anlığına kendini inançlı hissetmiş, "ama sonra Katolik bir yazarın kilise tarihiyle, ortadoks bir yazarın  kilise tarihini okuyup, aslında yanılmasız olan bu iki kilisenin de birbirini reddettiklerini görünce, kilise öğretisinde de hayal kırıklığına uğramıştı" sf975

Düşündüklerinden, okuduklarından, dinlediklerinden sonuç çıkaramıyordu.

-"Neyin nesi olduğum, bu dünyaya niçin geldiğimi öğrenmeden yaşamama imkan yok. Öğrenemeyeceğim de bunu, o halde yaşayamam" sf975

-"Neyim ben, nerdeyim, niçin burdayım?"sf 979

-"Tanrının varlığının en sağlam delili onun insanlara iyiliği ilham etmesiyse, niçin yalnız Hristiyan kilisesine verlmişti bu ilham? Yine iyiliği savunan, iyilik yapan Budistlerin, Müslümanların diniyle bu ilham arasında ne gibi bir ilgi vardı?"sf1006

Tanrı'dan bahsederek;

-"Peki ya Yahudiler, Müslümanlar, Konfiçyüs dininden olanlar, Budistler? Bu yüz milyonlarca insan, hayata anlam veren bu en yüce mutluluktan yoksun mu bırakılmışlardı yani?" sf1008

-"Benim sorduğum ne? Çeşitli dinden olan insanların Tanrı kavramına karşı tutumunu soruyorum." sf 2008

Levin aklını bulandıran onca karmaşık düşünceden sonra düşünmemeye, sorgulamamaya karar veriyor. Tanrı'ya ve Hristiyanlığa inanmayı yeğliyor.

Ama ben Levin'in aklında bi kuşkunun daima devam edeceğini düşünüyorum.



Not:
Son 50 sf Anna ve Vronski'den birkaç satır hariç hiç bahsetmiyor. O nedenle ben bu romanın iki sonucu olduğunu düşünüyorum.

1. İnsanın tutku ve arzularının cesaretiyle birlikte hayatına yön veren temel unsur olması. Bunun yanında kıskançlığın getirdiği kendi kendini yemek ve kendini sürekli gelişen olaylarda merkez nokta görme arzusunun gerçekleşememiş olmasının(yahut kişinin bunu bu şekilde görmesi) insanı yıkıma; hayattan vazgeçmeye ittiğini.

2. Kişide Tanrı, din, iman, inanç konularını sorgulayıp sonuca varırken delirmek üzere olabileceği ve bu nedenle sorgulamadan(dinler dogmatiktir biliyorsunuz) kabul etmenin akıl ve ruh sağlığı açısından en mükemmeli olduğuna işaret eder.






Sevgiyle kalın Nikolayeviç Tolstoy.
N.





20 Mart 2012 Salı

Anna Karenina - Final 1 (Anna - Vronski)


Vronski, Anna'nın sonu gelmez kıskançlık duygularıyla onun özgürlüğünü elinden almaya çalıştığını sezinliyordu ve bir şeyler yapmalıydı. Neredeyse birkaç haftadır hemen her akşam dışarıdaydı, ya Yavşin'le kumarda ya da bir yerlerde bir davette.. amacı Anna'nın aklında onun özgürlüğünü ele alabileceği bir düşünce varsa eğer, o düşünceyi tamamen silmekti.

Vronski, kendinin hala özgür ve boyun eğen bir erkek olmadığını kanıtlamaya çalışırken Anna; başlarda bu kendini kanıtlama çabalarına pek baş kaldırmamış ve içini kemiren duygular eşliğinde Vronski'nin hep bu tavırlarından vazgeçmesini beklemişti. Beklediği hiç olmadı. Anna: "Sevgisinin onun özgürlüğüne bir engel olmaması gerektiğini bana göstermek istiyor. Ama bana gerekli olan kanıt değil, ben sevgi istiyorum."sf 869*

Vronski, eve gelip Anna'nın hüzünlü gözlerini gördüğünde pişmanlık hissediyordu ta ki Anna konuşmaya başlayana dek. Anna'nın kendisine zerre kadar güveni yoktu, nasıl olur da onun için bunca şey yapmış bi adama güvenmezdi Anna? Çocuğunun Karenin'e ait görünmesine bile katlanıyorken.. Aklı almıyordu Vronski'nin.

Anna, Vronskinin onu artık eskisi gibi sevmediğini, ona tiksintiyle baktığını; onunla ilgilenmemesinin sebebinin de bu tiksinti olduğunu biliyor(?) fakat bu adamdan vazgeçemiyordu. Gerçi vazgeçse ne yapacaktı? Kocasını terk etmişti ve şimdi sevgilisini de mi terk edecekti? Kıskançlığının farkındaydı fakat engelleyemiyordu kendini; "Varsın sıkılsın Vronski onun yanında, burda yanında olacaktı ya, ne yaptığını ne ettiğini bilecekti ya.." (sf 827) birçok kere denemiş, başarılı olamamıştı. Kararını vermişti Vronski'yi terk edecekti, ama Vronski'nin acı çekmesi; onunla ilgilenmediği için kendini harap etmesi gerekiyordu; kafasını taşlara hatta kayalara vurmalıydı Vronski. Vronski'nin annesine gittiği gün(Annesinin kendine uygun bulduğu kız da onların yanındaydı), Anna kıskançlık dolu duygularının altında ezilmiş ve Vronski'yi görmeye; ona son sözünü söylemeye karar verip binmişti trene. Trenden indikten sonra uzun uzun düşündü, Onların yanına gidip kendini küçük mü düşürecekti(zaten onu küçük görüyorlardı)? Ne söyleyecekti sevgilisine? Peki o anki tepkileri ne olcaktı? Anna gitmedi Vronski'nin yanına ve trendeki yaşlı Fransız kadının söylediği sözleri düşündü; "İnsana akıl onu huzursuz eden şeyden kurtulması için verilmiştir." (sf 948) kendini gelen vagonun önüne attı.

Kitabın bitmesine nerdeyse 50 sayfa kalmıştı ve Anna intihar etti. Ben en azından ilereyen birkaç sayfada Vronski'nin; Seryoja'nın hislerinden bahsedilmesini bekledim bitirene kadar kalsiği ama malesef. En son Vronski Türkler le savaşmaya gidiyor ve o savaşa Seryoja'nın da katılmak için başvurduğu yazıyordu; bu kadar. Kalan kısımda Levin'in tanrı hakkında kafa karışıklıkları anlatılıyor ve net olmayan bir sonuçla bitiyor kitap.

Çok üzüldüm Nikolayeviç; insan en azından dört beş paragraf ayırır ve geride kalanların hisleri konusunda bizi aydınlatırdı. Kitabın 1010 sayfa olduğu düşünüldüğünde bu istediğim çok olmasa gerek.

Zaten Anna'ya ayrı bi sinirliyim; o da yetmez miş gibi son 150 sayfa kalmışken yanlışlıkla Anna'nın intihar edeceğini öğrendim ve intihari hakkında yeterince düşünemedim.

Rahat uyu Nikolayeviç Tolstoy; ben sonuç üretçem Vronski için kendi kendime; sen hiç düşünem bizi.

Sevgiyle kal.
N.


18 Mart 2012 Pazar

0,8: S t o r y

0,8: S t o r y: M o v e s  l i k e  j a g g e r . . . Sen kontrol istedin O yüzden bekledik Ben bir gösteri yaptım Şimdi yaptım Benim çocuk...

Dave Brubeck - Take Five




Huzurla kal
N

15 Mart 2012 Perşembe

Kıskançlık hakkında genelin yanlış bildiği şey!


-Seni kıskanıyorum.

Kıskançlık genelin bildiği manayı taşımaz. Siz sevgilinizi, arkadaşınızı, annenizi kıskanmazsınız; öyle sanıyor olabilirsiniz ama işin aslı farklı.

Sevgilinizin etrafında hayatına önceden girmiş bir sürü insan vardır; onlarla geliştirdiği bir ilişki vardır. Onlarla olan ilişkisi sizinle olan ilişkisinden farklı olduğu için sevgilinizi değil; onun etrafındaki insanları; onların sevgilinizle olan ilişkilerini kıskanırsınız. Arkadaşınızın da öyle.

Anneniz bebek olan kardeşinizle (henüz bir bebek olduğu için) daha fazla ilgilenmelidir. Maalesef ona daha fazla zaman ayırmalıdır, çünkü o kendi ihtiyaçlarını sizin gibi kendi başına gerçekleştiremiyor henüz.Bu durumda kıskandığınız asla anneniz değildir, annenizden daha fazla ilgi aldığı için kardeşinizi kıskanırsınız.

Yani;
-Seni kıskanıyorum. Değil
-(Sana yakın, seninle iletişimde, seninle sevgili vs oldukları için) Etrafındakileri kıskanıyorum. (çünkü; sana benden daha yakınlar.)

Madem bu saçma kıskançlık işini yapacaksınız bari doğru şekilde dile getirin. Çünkü ben, bana seni kıskanıyorum dediğinizde; aslında beni değil, işimi, ailemi, kardeşimi, kitap okuma aşkımı ya da fotoğraf çekme arzumu falan kıskandığınızı düşünüyorum.

Fark etmeseniz de kıskançlık için harcadığınız enerji çok fazladır. O enerjiyi, yapmak istediğiniz ya da yapmakta olduğunuz bir işe yönlendirdiğinizde işinizi bitirmiş olursunuz ve geriye hala yüksek bir enerjiniz kalır; kıskançlığın insana verdiği zararın derecesini burdan çıkarabilirsiniz sanırım.

Kıskanmadan ve kıskanılmadan kalın.
N.


Not 1:
Kıskançlığın nedenleri ve yapıla bilecek çözümler;
1-Kendinde olmayana karşı duyulan öfkeyle başlayan imrenme ve çekememezlik;
Çözümü; Kendinizde olmayana değil olana odaklanmalısınız hatta bi liste yapabilirsiniz; sahip olduklarınıza dair. Düşünüp listenizi çoğalttıkça , sahip olduklarınıza odaklandıkça ne imrenmeniz kalır ne de çekememezlik duygunuz, çünkü siz de oldukça fazla şeye sahipsiniz.

2-Aidiyet duygusu içinde başlayan sahip olma ve paylaşamamazlık;
Çözümü; Bilmelisiniz ki dünya üzerinde hiçbir varlık tek bir şeye ait değildir, hatta ait bile değildir. Nasıl ki siz hiç kimseye ait değilsiniz, hiç kimse de size ait değildir ve hiçbir şey. Siz aç bir insanla elinizdeki ekmeği paylaşmazsanız ve çevredekilerin verdiği ekmekleri almasını engellerseniz o insanı öldürürsünüz. Aynı şekilde sevgiyi, konuşmayı, eğlenceyi, kısacası kişinin iletişimini engellerseniz diğerleriyle, onu yine öldürürsünüz.

Not 2:
Keşke kıskançlığı kendi içinde yaşayanlar hakkında değil de kıskançlık yapanı çekenler için de düşüncelerim olsaydı. Kelin ilacı olsa kendi başına sürerdi di mi?

13 Mart 2012 Salı

13 Mart

Bugün 13 Mart. Kendimi bildim bileli bu gün benim için çok değerlidir.

13 Mart 1899 Atatürk'ümüzün Harp Okulu'na girdiği gündür. O ve zekasını takip eden arkadaşları olmasa ülkemiz ve insanımızın bu konuma gelmesi çok zor olurdu, belki de imkansız. Birinci neden bu.

İkincisi ise; Orhan Avcı. Benim abim olur kendileri, bizim abimiz daha doğrusu. Onun doğum günü bu gün. (Her ne olmuş olursa olsun, o en sadık abimizdir di mi gülüm?)

İnsanın bir kız kardeşinin olması ne kadar mükemmel ve paha biçilmez ise, bir abisinin olmaması da o derece berbat bir şeydir. Hele ki bu insan benim gibi abi hasreti çeken, abisizlikten adeta kıvranan bir insansa vay haline.

İyiki doğdun abi. Seni seviyorum.
N

Kız kardeşime Not: "Tanrı bize içi bozuk olmayan abiler versin." Amien.

10 Mart 2012 Cumartesi

Ben istisna isem kaide nerde?

Anatomimde bi gariplik var.

Seviştikten sonra uyuması gereken erkek cinsi değil mi?
Öyleyse niye hep uykum geliyor?

Şu saçma araştırmalara güvenmeyiniz. İstisnalar kaideyi bozmaz derseniz; istisna varsa kaide yoktur derim.

Dağılın.

Korkularınızdan Neden Korkmamalısınız.


Korkular insanın hayatını cehenneme çevirir.

Yanlış. İnsanın hayatını cehenneme çeviren asla korkular değildir. Korktuğumuz şeyi yapmadan önce onu yaparsak nelerin olabileceğini düşünürüz, endişelenir ve daha fazla endişeleniriz. Cehennemi ayağımıza getiren bu endişedir.

Karanlıkta kalmaktan korktuğumuzu varsayalım, bir sürü teori üretiriz. Karanlıkta kalırsam; misal, cinler gelirse, elinde baltalı bi adam gelirse beni öldürmek için, etrafa fareler varsa ve onların saldırısına uğrarsam, yarasalar! onlar karanlıkta görür, ya beni bulup bana saldırırlarsa, ölüler; zombi olup üzerime yürürlerse vs vs vs.. Bakın, henüz karanlıkta kalmadık.

Korkularımız  hakkında endişelenmeye başladığımızda; normal zamanda aklımıza hatta hayalimize gelmeyecek şeyler çıkar ortaya ve bizi asıl korkutan korktuğumuz şey değildir..

Haklarında endişelenmek yerine korktuğumuzu sandığımız şeyleri gerçekleştirdiğimizde görürüz ki düşündüklerimiz ve endişelerimizin komplesi boşa imiş.

Birkaç saat karanlıkta kalın, endişelendiğiniz hiçbir şey gerçekleşmeyecektir.

Korktuğunuzu sandığınız şeyleri gerçekleştirin, göreceksiniz ki aslında korkulacak pek bir şey yokmuş.

Endişe, fazlaca stres yaratır; stres vücudun hormonal dengesini sürekli olarak bozar ve kanser; ülser; migren; fıtık; astım vs vs birçok hastalığa neden olur.

Ufacık bir korku, ömür boyu çekeceğiniz bir hastalığa neden olur, korkularınız hakkında endişelenmeyin. Kaybeden korktuğunuz şey olmaz, siz olursunuz.

Sevgiyle ve korkularınızdan uzak kalın.

N.

8 Mart 2012 Perşembe

Nasıl kadın olunur?


Kadınlar Günümüz Kutlu olsun Gençler! :)

24 yaşındayım, henüz çok küçüğüm; belki bu nedenle anlayamıyor olabilirim ama aklıma takılmasını engelleyemiyorum şu kadın ve kız olma mevzusunun.

Nedir bu işin aslı? Bizi birbirimizden ayıran vajinamızdaki o küçücük zar olamaz di mi? Hadi oldu diyelim, ne değişiyor şu zar gidince? Bizi kız olmaktan alıkoyup kadın yapan ne gibi değişiklikler olabilir vücudumuzda ya da ruhumuzda?

13-14 yaşında zarından vazgeçmiş minik kızları düşünürsek, zarın yok olmasıyla birlikte kadın mı oluyorlar? Kıstas nedir?

Ben hep minik zarımı paylaştığımda hiçbir şeyin değişmeyeceğini düşündüm, beni küçük ve haşarı bir kız çocuğu olmaktan hangi zar alıkoybilirdi? Hiç biri. Nitekim de öyle oldu, kendimi kadın hissede bileceğim hiçbir şey gerçekleşmedi ve hala da gerçekleşen bir şey yok :D O halde, kendi adıma düşünürsem kadın veya kız olmanın zarla hiçbir ilgisi yok.

Nasıl kadın oluna bilir ki? Oyuncaklarla oynamayı bırakıp yemek yapmaya başladığında mı kadın olursun?
Arkadaşlarınla eğlenmekten vazgeçip temizlik yapmaya başladığında mı? Okulu bitirip diplomalı bir EV KADINI olduğunda mı olursun kadın? Ne zaman, nasıl kadın olunur? Çocuk doğurunca mı? Kocanın isteklerini eksiksiz yerine getirdiğinde, onun istediği insan olduğunda mı? Yoksa istediğin erkeği, istediğin zaman elde ettiğinde ve asla bir erkeğin daimi eşi olmadığında mı kadın olursun?

 Alis Harikalar Diyarında'yı müthiş bi zevkle okuyorum, Üç Silahşörler'i de, arkadaşlarımla istediğim gibi eğlenip sohbet edebiliyorum, çocukça diye nitelendirdiğimiz her şeyi yapma kapasitem en üst düzeyde. O halde benden 70 yaşında da girsem kadın olmaz.

Bizleri birer zara bağlı olarak kadın ya da kız diye ayıran zihniyete şunu söylemek istiyorum;

"...
Keşke koyun beyninin,
Yarısı sende olsa.
Böyle sakat fikirler,
Durduğu yerde solsa.

Biraz ileri gittim,
İncittim biliyorum,
Bütün koyun cinsinden,
Özürler diliyorum.

Canan Tan (Sol Ayağımın Baş Parmağı) "

Keşke böyle bir günü kutlamak yerine, daimi olarak saygı gösterilse hemcinslerime. Değerli oldukları hissettirilse ve vazgeçilmez.


Sevgiyle kalın.
N.




Ne kadar mükemmel di mi, hepimizde dünyayı değiştire bilecek potansiyel varken; dünyayı değiştire bilecek erkekler doğurmayı tercih ediyoruz. Neden?




7 Mart 2012 Çarşamba

Anna Karenina - Nikolayeviç Tolstoy



“Doli; evden, kocasından ve çocuklarından iyice bunalmıştı. Yaz ayını kız kardeşinin evinde geçirmişti ve bu çok üzüyordu onu, ne yapsaydı? Kocası onların yüzüne bile bakmıyordu. Kafasını dağıtmak için Anna’ya gitmeye karar verdi ve yola koyuldu.

At arabasıyla gidilen 4-5 saatlik yol boyunca Doli’nin her şeyi fazlasıyla düşünme fırsatı olmuştu. 

Anna’nın belki de kocasını terk edip Vronski ile yaşamaya başlaması kötü görünüyordu ama aşkının peşinden koşmuştu. Pörsümüş, anlaşılması imkansız, aşk ve meşkten zerre anlamayan kocasını; onu ev işlerini yapacak ve çocuğunu büyütecek bir kukla gibi gören, aşık olmadığı kocasını ne pahasına olursa olsun terk etmişti. –Maalesef oğlunu, da- Vronski ile birlikte mükemmel bir aşk macerasına koşmuşlardı. Bir yandan sosyeteden dışlanmış, oğlunu ve kocasını böyle alçakça terk ettiği için insanlar tarafından iğrenilen biri olmuştu, ona keza Kont Vronski’yi de kimse sevmiyordu artık. Diğer yandan ise, aşklarını doyasıya yaşıyor, doyasıya sevişiyor ve seyrediyorlardı birbirlerini. Bu aşk Anna’yı kıskanılacak ölçüde güzelleştirmiş ve çok daha fazla çekici kılmıştı. 

Doli her ne kadar başta kararsız da kalmış olsa, şimdi Anna’nın en doğru şeyi yaptığına inanıyordu. O da en azından 4 veya 5inci çocuğunu doğurmadan önce ona yapılan kurlara kayıtsız kalmasaydı şimdi bu işkence dolu hayatı çekmek zorunda kalmayacaktı.

Yol bitti, Doli ve Anna uzun zamandan beri nihayet birliktelerdi. Anna, Doli’yi(yengesi aynı zamanda) herkesten çok severdi. İkisi de sırlarını sadece birbirlerine anlatırlardı. 

Doli; Vronski’den kardeşine çektirdiği acılar nedeniyle pek hoşlanmasa da onun tarafından çok iyi karşılanmıştı. Sohbet etme fırsatı bulduklarında ise Doli, Anna’nın dünyanın en şanslı insanlarından biri olduğunu düşünmüş ve kocasını terk etmesinin nedenini çok iyi anlamıştı. Vronski gibi bir erkek olabilir miydi? Kibar, ölçülü, kültürlü; sesi ve ses tonunu Doli’nin Vronski’yi dinleyememesine neden oluyordu. Bakışlarındaki masumiyet ve aşk, vücudunun şekli, Anna’nın sonuna kadar haklı olduğunu haykırıyordu. 

Zaman geçirmek için, sırayla eşlerin değiştirildiği Tenis oyunu Doli’nin pek hoşuna gitmemişti, fakat yatağına yatıp gözlerini tavana diktiğinde Veslovski’nin tenis oynarken kolları ve gövdesinin nasıl da çekici olduğunu düşünüyordu ki o sıra Anna girdi içeri. Onca zaman konuşamadıkları şeylerin acısını bir gecede çıkarmaya çalıştılar. 

Ertesi gün Doli, kafasının rahatladığını ve çocuklarına düşündüğü şeyler için çok haksızlık ettiğini farkına vardı. Bir an evvel onları görmek ve onlarla doyasıya hasret gidermek için dönüş yoluna koyuldu. 

Şimdi her şey gözüne daha güzel görünüyordu ve kocası dışında hayatındaki her şeyden memnun olduğuna karar verdi. Ah şu kocasını zamanında terk etmiş olsaydı..”


ve 
Uyumuşum. Geri kalan 200 sayfada beni neler beklediğini biliyorum fakat Doli’nin Vronski’yi tasviri beni öyle etkilemiş ki, gecenin geri kalınında Vronski’yleydim.


Okuduğum ilk kitabın bu Graf lev Nikolayeviç Tolstoy.
İyi uykular.
N.


Not: Bil ki benim için Senden önce Fyodor Mihayloviç Dostoyevski gelir, yaşadığınız hayatlar nedeniyle küçük bi önyargı diyelim biz bu seçime.



Vronski ve Anna; Vronski biskolata reklamlarından fırlamış gibi maaşallah





2 Mart 2012 Cuma

Mart ayında bir Zü

Zü!

Mart'ın 2sine geldik. Marteniçkam nerde benim?

Yollarda "Spartacus Cats"i çeken kediler mi ararsın artık. Bi taraftan savaşan bi taraftan sevişen. Sadece öyle olsa yine iyi, gayler lezbiyenler de var biliyor sun. 3lü 5li gruplar mı ararız artık; ne ararız bilmem.Bildiğim bir şey var.

YAŞASIN ÖZGÜRLÜK!




O amına kodumu Somer ipnesinin de ağzını yüzünü dağıtırız. İçimiz rahatlar.

Seni çok seviyorum. Elzabet'i de :D
N.

1 Mart 2012 Perşembe

Andy Whitfield!

Spartacus; Blood and Sand, Gods Of The Arena ve Vengeance sezonlarının tüm müzikleri aşağıdadır.






Andy!
İçimi acıtıyor sensiz geçen her bölüm.
Şu müzikleri de ne fena yapmışlar di mi? Her biri seni anlatıyor, seni hatırlatıyor.

Sevgiyle kal.
En güzel ve en derin öpücüklerimi yolluyorum.
N.