22 Ekim 2019 Salı

Viyana Hakkında

Akşamına Murat'ın bi arkadaşıyla buluştuk, şu Cafe Landtmann'da; tarihi ve müthiş bir bina ama asıl orayı gözüme kestirmiş olmamın nedeni Freud'un orada takılıyor olması. Haklıymış, bahçesi değil artık ama iç mekanın güzelliğini anlatamam. Şu avrupalıların mekanları bu kadar iyi korumasına her zaman hayran olmuşumdur. Tarihi herşeyi, eski görüp parçalama, korumama, önemsememe bi bizde mi var bilmem ama çok iç parçalayıcı açıkçası. Beş sene önce istanbula giden biri şu an tanıyamaz orayı. Ya da İzmir'e. Farketmez, tarihi doku koruma kültürümüz sıfır. Neyse.

Rathausplatz Film festivali vardı gittiğimiz dönemde, büyük bir park düşünün, bir perde kurmuşlar, istere film izle ister arka bölümde dünya mutfaklarından yemek ye içki iç, istersen yiyip içerken izle filmini, avusturya mutfağı, çin mutfağı, hint mutfağı.. ne ararsan. Bi biz Türkler standart açmamışız, koy oraya bi dönerci, yesin millet ama yok kaliteli işlerde yer almayalım mazallah.

Rathausplatz'ın tam karşısında Burgtheater var, neoklasik bir yapı ve dünyanın en önemli tiyatrolarından, Hitler ikinci dünya savaşına çağrı için geldiğinde buradan seslenmiş millete, birkaç gün sonra gördük bi müzede fotoğrafları, asılmış tiyatroya nazi bayrakları boydan boya, o koca Rathausplatz dopdolu avusturyalılarla, sorgulamamışlar bile direkt sempatizanı olmuşlar Hitlerin ve almanlardan daha ırçılarmış. Landtmann da hemen onun solunda.

Şaraplarımızı söyledik, oturduk arkadaşımızı bekliyoruz. Dünya bankasında çalışıyor, İstanbuldan atanmış, birkaç yıldır da ordalar. Sarmaş koklaş, muhabbet ilerleyince yaşadığı bir durumu anlattı. Kızını iyi bir avusturya okuluna yazdırmışlar, gayet hareketli ve konuşkan bir kızken okula başlayınca içine kapanmış çocuk, bi süre sonra anne baba merak edip okula gitmişler, izlemişler sınıfta çocuğu, öğretmen tüm çocukları etrafına topluyor bizimki dışlarında kalıyormuş, baba gidip öğretmenle konuşmuş, kızımızı da aranıza almak için çaba sarfeder misiniz demiş öğretmene, öğretmen yapmayacağını söylemiş, müdürle mi konuşayım bu durum için demiş baba, öğretmen konuşabilirsiniz demiş. Neyse gitmişler müdüre anlatmışlar durumu, birşey yapamam demiş müdür, baba da ne yapalım yani alalım mı çocuğu okuldan demiş, müdür, alın tabii çok iyi olur diye karşılık vermiş. Sonra da karma bir okula yollamışlar çocuğu. Düşün dünya bankasında çalışan nüfuzlu da bir ailenin çocuğuna böyle davranıyorsa avusturyalılar, vasıfsızlara ne yapmazlar :D Irkçılık kanlarında var belki de.

Boyları posları dersen, derya maşallah. Kızlar da öyle uzun boylu fiziği düzgün olan da çok; etine dolgun da, kıyafetler hep temiz, ayaklarda nerdeyse Birkenstocktan başka bişey yok. Öyle güleryüzlü filan tabiki değiller ama kibarlar.

N.

Viyana, Belvedere Sarayı

Eşyalarımızı otele bıraktık ve yürümeye başladık.

Rathaus dedikleri belediye binasının önünde bi oteldi, Volkstheater'ı, Museum Quartier'ı geçtik, Secession binası solumuzda az ilerde şu haritadan defalarca baktığım Naschmarkt; uzun bir hat boyunca uzanan küçük bir pazar, yiyecek dükkanları filan var çok da matah değil açıkçası. Karl Kilisesi'nin ordan ileri Belvedere Sarayı'nın solundaki yola çıktık, yukarı yürüdük Belvedere 'e, yolumuzun üsttünde Türk büyükelçiliği vardı girişte de bir tabela, 1975 te  3 ermeni tarafından Daniş Tunalıgil burada öldürülmüştür diye. Görmüş olduk. Üzülerek.

Aynı istikametten devam ettik sonra yukarı doğru ve girdik Belvedere'e. Ana! Yanlış mı geldik? Aşağı Belvedere ve yukarı Belvedere diye ayrılıyor saray, Aşağı olan da küçük, herhalde dedim oraya geldik, tahminimden çok daha küçük bir bahçe ve saray. Yok doğru gelmişiz. O bahçenin içindeymiş iki saray da. Arkamı bir döndüm, asıl şoku o zaman yaşadığımı hatırlıyorum, bu ne? Bütün Viyana ayaklarımızın altında ve küçücük. Rathaus u görüyorum, Kunsthistorisches'i, Mumok'u görüyorum, nerdeyse hava limanını da göreceğim :D o kadar küçük.

Asıl amacıma doğru yürüdüm ve biletleri aldık, inanamazsınız o kadar pahalı ki Viyana'da müzeler, 22 euro mu ne verdik kişi başı girişe :D tl ye çevirmeyeyim kahrolurum :D Yürü, yürü, yürü.

Caspar David Friederich, ki hastasıyım kendisinin. Edvard Munch, Gustav Klimt'in The Kiss'i, Egon Schiele, Claude Monet, Edouard Manet, Eugene Delacroix 1834 Blumenstilleben'i. Rüya gibi anlıyor musunuz?

The Kiss büyüleyici, bıraksan günlerce her milimetresini incelerim. Tabi yapamadım :D

Çıktık bahçede yürüdük, vallahi baya küçük; fotoğraflar nasıl da yanıltıcı :D Manipülasyona ihtiyacınız yok, fotoğrafın kendi bir manipülasyon zaten.

Şuraya bi foti atayım siz de görün, karşıki dağlar jenderme yahu, koca Viyana işte bu kadar.


Dur bi şunu da anlatayım sonra akşamına geçeceğim. Ben nereye gidersem gideyim öyle sokak sokak haritadan inceliyorum önce, gidilecek galeriler, müzeler, kitapçılar; gidince de az yanılma payıyla avucumun içi gibi bulabiliyorum heryeri. Nasıl hastayım bu huyuma anlatamam. E o galerileri bulmak için çok fazla dolaştığımdan birçok yeri de biliyor oluyorum. Birkaç gün önce daha bir arkadaşımı gördüm instagramdan, Viyana'ya gitmiş, hemen bak şuraya git şu var buraya git bu var dedim, gitti vallahi hepsine, nasıl memnun oldum.

Hadi öptüm.

N.


Yaz bitti, ben daha yazı yazacağım

Hi guys!

Bu yaz; Viyana'ya, Kırcaali'ye, Berlin'e gittik. Biliyorsunuz ki bu benim rutinim filan değil. Tr içinde birkaç ile çekime gittim, yani her yıl gidiyorum ama yurt dışı benle ilgili değil.  Ama müthiş işler gördüm, Picasso'lar, Van Gogh'lar, Manet, Monet, Cezanne, Rembrandt daha neler neler.

Bak yazın başından beri sürekli hadi şimdi yazayım diyorum, gündüz çalışıyorum tamam, akşamları? Dışarı çıkmadıysak sosyal medya ve oyunların esiriyim. Kabul ediyorum cidden boş vaktim var akşamları ama yok bi batak atayım sonra yazcam diyorum ve hoop kalıyor.

Tamam tekrar deneyeceğim. Hadi Viyana'dan başlayayım. Unutçam yoksa anılarımı.

N.