Bugün bir durum oldu, sonra kendi kendime konuşup düşünmeye başladım.
Bir fotoğraf paylaşacaktım, altına da "hep siz mi paylaşacaksınız böyle fotoğraflar" diyecektim, ki daha önce demişliğim var. Sonra şunu farkettim, eleştirdiğim şeyi yapmak için çıldırıyorum ve kulbum da hazır, hep siz yapıyorsunuz ben de yapayım bari; hani zordanmış gibi, halbuki hiç değil.
Sonra devam ettim düşüncelerime, takip edip hikayelerini izlediğim insanlar, yalnızlıklarını paylaşıyor. Sabah kahvemizi içelim, bahçemizin çiçekleri, oğlum ister de yapmaz mıyım, şimdi de şu kitabı okuyalım, mooomyyy timeeee... of kilometrelerce devam eder örnekler. Tek başlarına yaşadıkları hayatı bizimle paylaşıyorlar, ve paylaşınca daha da yaşıyormuş gibi hissediyorlar. Birileri gördüğünde, bakın nasıl da yaşıyorumu gösterdikleri için mutlu ve kendilerini kanıtlamış olarak devam ediyorlar.
Daha önce nasıl karşılanıyordu bu ihtiyaç, sosyal medyadan önce? Bunun üzerine düşündüm uzun süre, o zaman nasıl yakalıyorlardı bu biz yaşadık bakın, sizin böyle hayatınız var mı, nasıl da mutluyuz hissini göstermeyi.
Ta taam! Fotoğraf albümleri! Aynı doyumu sağlamadığı kesin ve aynı sosyal çevreye ulaşamadığı.
Şu da bir gerçek, sizi bilmem ama ben biliyorum ki o fotoğrafın kendisi de bir manipülasyon. Sahte canım sahte kısaca. Fotoğrafın kendisi de, altındaki notlar da.
Buna rağmen ben de paylaşmak için o kadar zor tuttum ki kendimi. Belki o saniyelik hisse ihtiyacım vardı, iyiyim bakın deyince belki gerçekten ben de iyi hissedecektim kendimi, ne güzel kahve içiyorum evimin bahçesi de var saçlarım da çok güzel fotoğrafı olacaktı tam ve bunların hepsi belki de sahip olduklarımın farkındalığını arttıracaktı. Nitekim paylaşmadım. Paylaşmama deneyiminin beni nasıl hissettireceğini de merak ettim.
Söyleyeyim, ben çok sık kendimi paylaşmadığım için; paylaşınca tonla yorum alırım, yazar insanlar; onlarla iletişime geçmek, kesin de iltifat alırdım; o iltifatları duymak hoşuma gidecekti, ama hiçbiri olmadı, tatmin edemedim kendimi.
Hadi öperim.
N.
Bir fotoğraf paylaşacaktım, altına da "hep siz mi paylaşacaksınız böyle fotoğraflar" diyecektim, ki daha önce demişliğim var. Sonra şunu farkettim, eleştirdiğim şeyi yapmak için çıldırıyorum ve kulbum da hazır, hep siz yapıyorsunuz ben de yapayım bari; hani zordanmış gibi, halbuki hiç değil.
Sonra devam ettim düşüncelerime, takip edip hikayelerini izlediğim insanlar, yalnızlıklarını paylaşıyor. Sabah kahvemizi içelim, bahçemizin çiçekleri, oğlum ister de yapmaz mıyım, şimdi de şu kitabı okuyalım, mooomyyy timeeee... of kilometrelerce devam eder örnekler. Tek başlarına yaşadıkları hayatı bizimle paylaşıyorlar, ve paylaşınca daha da yaşıyormuş gibi hissediyorlar. Birileri gördüğünde, bakın nasıl da yaşıyorumu gösterdikleri için mutlu ve kendilerini kanıtlamış olarak devam ediyorlar.
Daha önce nasıl karşılanıyordu bu ihtiyaç, sosyal medyadan önce? Bunun üzerine düşündüm uzun süre, o zaman nasıl yakalıyorlardı bu biz yaşadık bakın, sizin böyle hayatınız var mı, nasıl da mutluyuz hissini göstermeyi.
Ta taam! Fotoğraf albümleri! Aynı doyumu sağlamadığı kesin ve aynı sosyal çevreye ulaşamadığı.
Şu da bir gerçek, sizi bilmem ama ben biliyorum ki o fotoğrafın kendisi de bir manipülasyon. Sahte canım sahte kısaca. Fotoğrafın kendisi de, altındaki notlar da.
Buna rağmen ben de paylaşmak için o kadar zor tuttum ki kendimi. Belki o saniyelik hisse ihtiyacım vardı, iyiyim bakın deyince belki gerçekten ben de iyi hissedecektim kendimi, ne güzel kahve içiyorum evimin bahçesi de var saçlarım da çok güzel fotoğrafı olacaktı tam ve bunların hepsi belki de sahip olduklarımın farkındalığını arttıracaktı. Nitekim paylaşmadım. Paylaşmama deneyiminin beni nasıl hissettireceğini de merak ettim.
Söyleyeyim, ben çok sık kendimi paylaşmadığım için; paylaşınca tonla yorum alırım, yazar insanlar; onlarla iletişime geçmek, kesin de iltifat alırdım; o iltifatları duymak hoşuma gidecekti, ama hiçbiri olmadı, tatmin edemedim kendimi.
Hadi öperim.
N.