22 Ekim 2019 Salı

Viyana Hakkında

Akşamına Murat'ın bi arkadaşıyla buluştuk, şu Cafe Landtmann'da; tarihi ve müthiş bir bina ama asıl orayı gözüme kestirmiş olmamın nedeni Freud'un orada takılıyor olması. Haklıymış, bahçesi değil artık ama iç mekanın güzelliğini anlatamam. Şu avrupalıların mekanları bu kadar iyi korumasına her zaman hayran olmuşumdur. Tarihi herşeyi, eski görüp parçalama, korumama, önemsememe bi bizde mi var bilmem ama çok iç parçalayıcı açıkçası. Beş sene önce istanbula giden biri şu an tanıyamaz orayı. Ya da İzmir'e. Farketmez, tarihi doku koruma kültürümüz sıfır. Neyse.

Rathausplatz Film festivali vardı gittiğimiz dönemde, büyük bir park düşünün, bir perde kurmuşlar, istere film izle ister arka bölümde dünya mutfaklarından yemek ye içki iç, istersen yiyip içerken izle filmini, avusturya mutfağı, çin mutfağı, hint mutfağı.. ne ararsan. Bi biz Türkler standart açmamışız, koy oraya bi dönerci, yesin millet ama yok kaliteli işlerde yer almayalım mazallah.

Rathausplatz'ın tam karşısında Burgtheater var, neoklasik bir yapı ve dünyanın en önemli tiyatrolarından, Hitler ikinci dünya savaşına çağrı için geldiğinde buradan seslenmiş millete, birkaç gün sonra gördük bi müzede fotoğrafları, asılmış tiyatroya nazi bayrakları boydan boya, o koca Rathausplatz dopdolu avusturyalılarla, sorgulamamışlar bile direkt sempatizanı olmuşlar Hitlerin ve almanlardan daha ırçılarmış. Landtmann da hemen onun solunda.

Şaraplarımızı söyledik, oturduk arkadaşımızı bekliyoruz. Dünya bankasında çalışıyor, İstanbuldan atanmış, birkaç yıldır da ordalar. Sarmaş koklaş, muhabbet ilerleyince yaşadığı bir durumu anlattı. Kızını iyi bir avusturya okuluna yazdırmışlar, gayet hareketli ve konuşkan bir kızken okula başlayınca içine kapanmış çocuk, bi süre sonra anne baba merak edip okula gitmişler, izlemişler sınıfta çocuğu, öğretmen tüm çocukları etrafına topluyor bizimki dışlarında kalıyormuş, baba gidip öğretmenle konuşmuş, kızımızı da aranıza almak için çaba sarfeder misiniz demiş öğretmene, öğretmen yapmayacağını söylemiş, müdürle mi konuşayım bu durum için demiş baba, öğretmen konuşabilirsiniz demiş. Neyse gitmişler müdüre anlatmışlar durumu, birşey yapamam demiş müdür, baba da ne yapalım yani alalım mı çocuğu okuldan demiş, müdür, alın tabii çok iyi olur diye karşılık vermiş. Sonra da karma bir okula yollamışlar çocuğu. Düşün dünya bankasında çalışan nüfuzlu da bir ailenin çocuğuna böyle davranıyorsa avusturyalılar, vasıfsızlara ne yapmazlar :D Irkçılık kanlarında var belki de.

Boyları posları dersen, derya maşallah. Kızlar da öyle uzun boylu fiziği düzgün olan da çok; etine dolgun da, kıyafetler hep temiz, ayaklarda nerdeyse Birkenstocktan başka bişey yok. Öyle güleryüzlü filan tabiki değiller ama kibarlar.

N.

Viyana, Belvedere Sarayı

Eşyalarımızı otele bıraktık ve yürümeye başladık.

Rathaus dedikleri belediye binasının önünde bi oteldi, Volkstheater'ı, Museum Quartier'ı geçtik, Secession binası solumuzda az ilerde şu haritadan defalarca baktığım Naschmarkt; uzun bir hat boyunca uzanan küçük bir pazar, yiyecek dükkanları filan var çok da matah değil açıkçası. Karl Kilisesi'nin ordan ileri Belvedere Sarayı'nın solundaki yola çıktık, yukarı yürüdük Belvedere 'e, yolumuzun üsttünde Türk büyükelçiliği vardı girişte de bir tabela, 1975 te  3 ermeni tarafından Daniş Tunalıgil burada öldürülmüştür diye. Görmüş olduk. Üzülerek.

Aynı istikametten devam ettik sonra yukarı doğru ve girdik Belvedere'e. Ana! Yanlış mı geldik? Aşağı Belvedere ve yukarı Belvedere diye ayrılıyor saray, Aşağı olan da küçük, herhalde dedim oraya geldik, tahminimden çok daha küçük bir bahçe ve saray. Yok doğru gelmişiz. O bahçenin içindeymiş iki saray da. Arkamı bir döndüm, asıl şoku o zaman yaşadığımı hatırlıyorum, bu ne? Bütün Viyana ayaklarımızın altında ve küçücük. Rathaus u görüyorum, Kunsthistorisches'i, Mumok'u görüyorum, nerdeyse hava limanını da göreceğim :D o kadar küçük.

Asıl amacıma doğru yürüdüm ve biletleri aldık, inanamazsınız o kadar pahalı ki Viyana'da müzeler, 22 euro mu ne verdik kişi başı girişe :D tl ye çevirmeyeyim kahrolurum :D Yürü, yürü, yürü.

Caspar David Friederich, ki hastasıyım kendisinin. Edvard Munch, Gustav Klimt'in The Kiss'i, Egon Schiele, Claude Monet, Edouard Manet, Eugene Delacroix 1834 Blumenstilleben'i. Rüya gibi anlıyor musunuz?

The Kiss büyüleyici, bıraksan günlerce her milimetresini incelerim. Tabi yapamadım :D

Çıktık bahçede yürüdük, vallahi baya küçük; fotoğraflar nasıl da yanıltıcı :D Manipülasyona ihtiyacınız yok, fotoğrafın kendi bir manipülasyon zaten.

Şuraya bi foti atayım siz de görün, karşıki dağlar jenderme yahu, koca Viyana işte bu kadar.


Dur bi şunu da anlatayım sonra akşamına geçeceğim. Ben nereye gidersem gideyim öyle sokak sokak haritadan inceliyorum önce, gidilecek galeriler, müzeler, kitapçılar; gidince de az yanılma payıyla avucumun içi gibi bulabiliyorum heryeri. Nasıl hastayım bu huyuma anlatamam. E o galerileri bulmak için çok fazla dolaştığımdan birçok yeri de biliyor oluyorum. Birkaç gün önce daha bir arkadaşımı gördüm instagramdan, Viyana'ya gitmiş, hemen bak şuraya git şu var buraya git bu var dedim, gitti vallahi hepsine, nasıl memnun oldum.

Hadi öptüm.

N.


Yaz bitti, ben daha yazı yazacağım

Hi guys!

Bu yaz; Viyana'ya, Kırcaali'ye, Berlin'e gittik. Biliyorsunuz ki bu benim rutinim filan değil. Tr içinde birkaç ile çekime gittim, yani her yıl gidiyorum ama yurt dışı benle ilgili değil.  Ama müthiş işler gördüm, Picasso'lar, Van Gogh'lar, Manet, Monet, Cezanne, Rembrandt daha neler neler.

Bak yazın başından beri sürekli hadi şimdi yazayım diyorum, gündüz çalışıyorum tamam, akşamları? Dışarı çıkmadıysak sosyal medya ve oyunların esiriyim. Kabul ediyorum cidden boş vaktim var akşamları ama yok bi batak atayım sonra yazcam diyorum ve hoop kalıyor.

Tamam tekrar deneyeceğim. Hadi Viyana'dan başlayayım. Unutçam yoksa anılarımı.

N.

19 Nisan 2019 Cuma

İyi ki doğdum

iyiki doğdum been. İyiki doğdum beeeen. İiyiki doğduğum, iyiki doğğduum, mutlu yıllar baaanaaa.

Doğum günlerimde çok coşkulu oluyorum.

İyi kötü yaşadığım her şeye,
iyi kötü vakit geçirdiğim herkese,
Bana yaşama sevinci katan,
yüzümü gülümseten,
zor şeyler yaşatan; bunlarla başa çıkma kabiliyeti kazandıran,
bana kahkaha attıran,
ağız dolusu beni güldüren,
beni kahreden,
üzüntüden perişan eden,
işimi sevdiren sevimli,
beni insanlıktan soğutan nemrut,
ağır eleştiriler aldığım,
hiç eleştiri almadığım; kilo aldığımda bile oh çok yakışmışçılar,
fotoğraflarını çektiğim herkes,
herşey,
ot,
çöp,
çiçek,
böcek,
çocuk,
bebek,
kadın,
erkek,
üstüme başıma bakıp burun kıvırıcılar,
yine üstüme başıma bakıp üst baş sevicileri,
kalbimi sevenler,
suratsız anıma denk gelip; bu ne biçim insan yahu diyenler,
tek bir insanı bile ayırmıyorum hepinize, binlerce defa teşekkür ederim.

Ama en çok kendime teşekkür ederim, kurbağayı görüp ne güzel vıraklıyor diyen dilime, tırnağım uzasa mutlu olan kalbime, tırnağım kırılsa gam duyan yüreciğime; kaybettiklerimden sonra ağlayabilen gözlerime; kazandıklarımdan sonra gülebilen yüzüme, şuncacık kötü niyet barındırmayan benliğime teşekkür ederim. Yaşadığım herşeye verdiğim tepkilerle, onların kıymetini oluşturan benim, ve hayatıma aldığım herkesten, yaşamayı tercih ettiğim herşeyden razıyım. iyi ki hepsini ve herşeyi yaşamışım, yoksa şu anki ben olmazdım.

Kendimi sevgiyle kucaklayıp öpüyorum,
Sizi de.

İyi ki doğdum.


16 Nisan 2019 Salı

E aynaya bakarken de yalan söylüyorum, nasıl bir saplanma bu?

Bak bak, habire kendini görememek, onu görmek bunu görmek hakkında yazmışım;

Kendimi görmüş müyüm peki? 

Saplantılı şekilde, sürekli bir şeyi düşünürken; aslında onu ne kadar düşünmediğime ikna ettim kendimi. Hiç de zor olmamış anlaşılan,  farkına bile varmadım çünkü. Gelecekle ilgili neredeyse her saniye kaygılanıp, geleceği hiç düşünmediğime, hiç umursamadığıma nasıl güzel ikna etmişim kendimi bilemezsiniz. Bunun farkına varmak şok edici oldu benim için. Nasıl yaparım. Ben! Geleceği hiç düşünmeyen ben! 

Daha geçenlerde bile yazdım işte, iki kuzenimin annelerine aynı davrandığını ama birinin kendi davranışını nasıl olur da görmediğini, bir de karşı tarafa sanki kendi hiç öyle davranmıyormuş gibi akıllar verdiğini, bi ayna tutabilsem; kendini bi görebilse! 

Ben! Ben! İşte ben de aynı şeyin içinde debeleniyor ve bunu zerre kadar farkına varmayan bir insan olarak yaşıyordum. Aynaya bakmaz olur muyum, baktım. Karşısına geçip dedim ki, gelecekte ne olursa olsun, gelecekte o da olsa bu da olsa, gelecekte, gelecekte.. bu güne hep şükretçem (Geleceğe gittim, ne olmuşsa olmuş ama olumsuz olmuş, bu güne şükrediyorum). Kafa hep gelecekte. Bu, bu günü yaşamak değil ki. 

İki tarafı ormanla çevrili bir yerde yaşıyorum. Şimdi balkona çıkacağım. Deriiin bir nefes alacağım, tam şu anda olduğumu hissetmek için çabalayacağım. Bunu her şeye uygulamak için gerçekten çaba sarf edeceğim. Mesela bu blogu gelecekte kim okursa okusun. Yazdıklarımından ne anlam çıkaracaksa çıkarsın. Bak yazarken bile gelecek kaygısı içindeyim. 

Şu an bunu yazmak beni rahatlatıyor, şu an. Şu an. Hiç kolay olacağını düşünmüyorum, zannettiğim gibi sadece ilişkimde yapmıyorum sanırım bunu. İşte az önce blogla ilgili de gelecek endişesi taşıdığımı akışta yazarken farkettim, kim bilir daha nelere yapıyorum. Gözlemleyeceğim.

Öperim.
N.




15 Nisan 2019 Pazartesi

Şu anda yaşamakla ilgili

Ben nişanlandım.

7 yıl kadar önce kötü bir ilişki deneyimi yaşamış ve kendi kendime şunu demiştim; geçmişi düşünmeyeceğim, gelecek de daha ne kadar kötü olabilir, ölüm haricinde. Bu güne odaklanacağım. (Bu arada herkese akıl vermişliğim de var, hiçbirşeyi umursama ne geçmişi ne geleceği!)
Öyle de yaptım, bi ilişkide ne bekliyorsam hepsini içeren bir ilişki yaşıyorum; ve hep diyorum ki kendi kendime; biterse hiç üzülmem, keyifli bir ilişki yaşadım, insana kıymet verilen bir ilişkinin nasıl olduğunu gördüm, önemsenmenin ne olduğunu hissettim, konuşarak halletmenin var olabileceğini, herkes ve herşeyle ilgili sevgiliyle sohbet etmenin nasıl olduğunu, yapmacık olmayan bir ilişkinin olabileceğini, beni tanıyabilen; içimi bu kadar iyi görebilen bir erkeğin var olabileceğini gördüm; o nedenle bi gün bitse bile ona minnettar olacağım ve bana bunların yaşattığı için teşekkür edeceğim. Hep şükrettim birbirimizi bir şekilde bulmuş olduğumuza; bu ilişkinin içinde olduğumuza, hala şükrediyorum.

Gelelim bu sabaha;
Aylin, neden ilişkinle ilgili birşeyler yazmıyorsun hiç dedi. Bunu bilinçli yaptığımı söyledim, kendimce de iki neden sundum; bunlar üzerinden sohbet etmeye başladık. Bi süre sonra bana ne dedi biliyor musunuz?

NEDEN İÇİNDE BULUNDUĞUN ANI YAŞAMIYORSUN?

Okkalı bi tokat yemiş gibi oldum.

Kim?
Ben mi?
Ya ben şu anda yaşıyorum zaten.
Diyemedim, devam etti;

NEDEN GELECEKTE OLACAKLARI DÜŞÜNÜYORSUN, PLANINI BİLE YAPMIŞSIN.

Evet.
Ama ben bunu farketmedim ki hiç.
Ve bana tam olarak ne yaptığımı, anlattı; ona hiç anlatmadığım şeyleri. Yaptığım şeyleri söyledi bana, anlatmadım, bilmesinin imkanı yok. Ama söylediği herşey doğruydu. Ben şu anda yaşamıyorum.
İnanamıyorum, BEN ŞU ANDA YAŞAMIYORUM.

Şimdi ilk paragrafı tekrar okuyun.
Gelecek üzerine kuruluymuş yazdığım herşey, inanamıyorum.

Bunca zaman, şu anda yaşadığımı zannettim bi de bi ton maval okudum bununla ilgili. Sabahtan beri aklımdan çıkmıyor.

Bi gun biri bana terapiye asla gitmeyeceğini söylemişti. Birinin, hakkımdaki bir sürü gerçeği öğrenmesini istemiyorum, kendim de öğrenmek istemiyorum hakkımdaki sarsıcı gerçekleri demişti. Kendimi hırpalamak istemiyorum da demişti.

Sarsıcı gerçekleri öğrenmenin, hazmetmenin zor olduğu konusunda haklıymış. Ama öğrendim artık, napalım, başa çıkmak için çabalayacağım. Hadi becerebilirim inşallah.


Öperim.
N.










27 Mart 2019 Çarşamba

Gördüklerimiz ve göremediklerimiz hakkında

Bir ilkokul arkadaşım vardı, bi çocuğa nasıl aşık, balkonlardan birbirlerine bakmalar, birbirleri hakkında herşeyi öğrenmeye çalışmalar, hayaller kurmalar, o da bana aşıklar, belli ediyorlar, di mi ama sencede öyle değil miler. Yanlışlıkla elleri değse birbirlerine alev alırdı ortalık; tüm aşk hikayesinin bileceğim kadarını biliyorum kısacası. Bu gitti çocuğun en yakın arkadaşıyla evlendi, 21 yaşlarındayız. Yani tamam yapacak birşeyim yok çünkü ikna etti ben birbirlerini sevdiklerine. Bi süre sonra sohbet ederken şu eski aşkından bahsetti. Şok oldum. Sanırım evlenince insanın öncesinde kalan herkesi bi anda unuttuğu, bi anda hayatından çıkması gerektiğini, isimlerinin bile anılmayacağını düşünmüşüm, şokumun nedeni bu.

Asıl hikayeye geliyorum. Varlığını bildiğim ama pek iletişimde olmadığım bir kız vardı. Bana biraz laubali gelirdi o nedenle iletişim kurmayı pek tercih etmedim. Neyse bir şekilde o benim işimi yaptı ben onun içini yaptım ve iletişimimiz güçlendi, evet biraz laubali gibi görünüyor ama tanıdıktan sonra içten ve sevecen bir insan olduğunu da gördüm. Bi süredir de iletişimimiz var.

12-13 yıldır evli, kendi işini yapıyor, süper de kocası var, sosyal medyada boy boy fotoğraf paylaşır, ne yese ne içse kocasıyla nereye gitse ne yapsa. Kocası da buna sürekli süprizler yapar, ömrümde görmedim bu kadar sürpriz yapan erkek. Anlayacağınız o kadar iyi bir profil ki, hayatını gözlemleseniz ya kıskançlığınızdan ölürsünüz ya da gıpta edersiniz olmadı bir şekilde yahu ne güzel hayatı var dersiniz. Süprizler kadar hoşlandığı ne var bilmem ama nasıl mutlu oluyor süprizlerden anlatamam.

Doğum günüydü biz de aldık pastamızı balonlarımızı bastık evini, öyle bir mutlu oldu. Birini bu kadar mutlu etmenin bize verdiği haz da yanımıza kar tabi. Gecenin ilerleyen saatleri oldu güzel güzel içtik sohbet ettik. Bu bi ara kankasına 'mesaj atmadı' dedi, kulağımın ucuyla duydum, üstüme de vazife değil ama öyle bir söyledi ki o yoğun beklenti, hüsran ve arkasında gizli şeyleri anlamamak için ekstra çaba sarfetmeniz gerekir. Bir süre daha geçti melankolik melankolik oturuyor, rahatlatmak için,

Belki mesaj atar daha, dedim
Endişeyle başını çevirdi, kim; dedi
Kimden mesaj bekliyorsan, dedim
Nerden biliyosun, dedi
Az önce söyledin, dedim

Gayet normal birinden bahsetmiş olabilirdi, belki teyzesi ne bileyim ama değildi. Anlattı, elini bile tutmadım; nolur yanlış anlama, her doğum günümde mesaj atardı, bu kadar bi iletişimimiz var dedi. Bana bişey söylemek zorunda değilsin dedim yine de anlattı sağolsun. Ben de onu rahatlatmak için bunun normal olabileceğini tam olarak böyle bir hikayeyi net bir şekilde bildiğimi söyledim anlattım hikayeyi (yukarıdaki hikaye değil bu, başka bir hikaye bu arada). Ve insanların önceki hayatını kesip atamayacağını, yarım kalan hikayeler sonlansaydı iyi ya da kötü; bunları daha az düşüneceğimizi ama yarım kalmış hikayeleri beynimizin tamamlamak ve iyi şekilde tamamlamak eğiliminde olduğunu; nasıl olurdu acabayı? yı bize düşündürdüklerini söyledim.

Senin böyle bir hikayen var mı? dedi. Var ama ben bir arkadaşımla yaşadım bu hikayeyi dedim, hala yaşıyorum, beynim; ruhum; kalbim onunla yarım kalan şeyi iyi şekilde tamamlamak için ne kadar uğraşıyor bilemezsiniz dedim. Ama ben biliyorum, gerçek asla beynimin tamamladığı gibi olmazdı.

Velhasıl kelam, o şok olduğum günden beri bir çok hikaye duydum ve anladım ki öyle evlenince,  önceki hayat şak diye bitmiyormuş.

Gecenin sonunda, tüm akşam çektikleri milyon tane fotoğraf, tüm sosyal medyada paylaşıldı harika süprizimiz ve onun mükemmel hayatıyla doldu hesapları tekrar, imrenenler, gıpta edenler fotoğraflara bakıp neden bizim hayatımız böyle değil diye diye uyudular belki ve biz de evlerimize geri döndük.


Gördüğümüz imgelerin hakikatini bilemeyiz.

N.


26 Mart 2019 Salı

Döngüsel zaman

'Acımasızca geçip giden zamandan geriye kalan, sadece yalnızlıklarımızdır.' 

Belki ilkokuldan beri bildiğim ve kendi kendime sürekli tekrar ettiğim bir cümle. Acımasızca geçip giden zaman.. 

Geçen gün Aylin'le sohbet ederken 'Döngüsel zaman' dan söz etti. Yani öyle çizgisel ve sert şekilde ilerlemeyen zaman. Tam olarak o an düşündüğüm şey geçmişin bitmediği, geleceğin de sonlanmayacağı; takibinde içimin nasıl rahatladığı ve nasıl bir oh be çektiğimi sanırım kelimelerle pek anlatmam mümkün değil. Nasıl öyle bir rahatlık oldu onu da bilemiyorum doğrusu. 

Şimdi biraz araştırdığımda, bildiğimiz ve anlamaya alıştığımız çizgisel zamanın, eril, keskin ve sert olduğunu öğrendim. Bizi bu keskinlik ve sertliğin yorduğunu düşündüm. Diyor ki; hat üzerinde akan zamanı tüm yaşantımıza genellemek, bizi yanıltabilir ve bizi hayal kırıklığına uğratabilir. Tabiki de uğratıyor, geçmişte yaşadığı deneyim ve olayları düşünüp, düşünüp kendini üzen ne kadar insan tanıyorum bilseniz. 

Döngüsel zaman, dişil imiş. Değişebilir, dönüşebilir ve zarif. Geçmiş ve gelecek, şimdiki zamanın içinde yani. Bu üçlü zihinsel bir algılamadır, diyor. Şimdinin içinde geçmiş ve gelecek varsa o halde zaman sadece bir AN dır. Bir noktadır. 

Sadece bu düşünüş biçimi bile bir rahatlama sağlamıyor mu? Geçmişteki hatalarımızı düşünürüz, vah vah; üzdüğümüz insanları düşünürüz tüh tüh, yaşadığımız ve geri gelmeyecek güzel anları düşünürüz aah aah, gelecekte işimizde ne konumda olacağımızı düşünürüz eyvah eyvah, aşk hayatımızın nasıl olacağını, istediğimiz evi alıp alamayacağımızı, geçen geçti geçmişte de şu gelecek neler getirecek neler götürecek kahrı gazap içinde heep düşünürüz hepsini. Ama tam olarak şu anı yaşarken tüm bu deneyimlerle yaşamıyor muyuz, iyisiyle kötüsüyle; doğrusuyla hatasıyla geçmişte yaşadığımız, gelecek hakkında düşündüğümüz herşey şekillendiriyor mu şimdimizi? 

Ha en başa dönersek, acımasızca geçip giden zamanının geçip gitmediğini, şu anın içinde olduğunu düşünmek nasıl hissettirecek? Acımasızlığın her anımızda olduğunu mu düşünmemiz gerek. Ya da zaman acımasızca geçip gitmediğine göre geriye kalan yalnızlıklarımızın da geride kalmadığını, her an yalnızlıklarımızı yaşadığımızı mı düşünmeliyiz? Depresif bir cümle imiş. İnsan tüm düşünce, his ve yaşadıklarıyla tabiki her zaman yalnızdır, asla bir başkasına tam olarak ne düşündüğünü nasıl hissettiğini ne yaşadığını aktaramaz, bu nedenle zaten yalnızız, zamanla ya da acımasızlıkla ilgisi yok. 

Yani bilemiyorum nasıl algılamam gerektiğini döngüsel zamanı, nasıl hayatıma adapte edeceğimi, hayatımı döngüsel zamanda nasıl düşüneceğimi. 

Sizin bir fikriniz var mı?

N.

21 Mart 2019 Perşembe

İnsan ne kadar kendini göremiyor, un yazısı

Dedim ya en büyük kuzenlerimin biri kız biri erkek. Nursena ve Şecaattin.

Kız olan, evlendi geçen yıl; eşi de o ve annesinin evine taşındı; iç güveysi geldi yani. Bu kuzenim habire annesinin ona yeteri kadar mal mülk, sevgi şefkat vermediğinden yakınır, ama önüne gelene yakınır. Evet, doğruluk payı var söylediği bazı şeylerde ama o kadar abartarak ve milyonlarca defa söyler ki, baygınlık geçirirsin. Ve annesine haksızlık ettiğini düşünürsün.

Tamam, annesi kolay insan değil kabul ediyorum. Ama sürekli olumsuz konuşmak ve olumsuzu görmek, anlatmak insanı daha fazla yormaz mı? Annesinin o dönemleri ne şartlarda geçirdiği, nasıl yaşadığı ve bunları yaşattığı vs.. tamam yahu, aklı ermemiş, ya da o da anasından görmemiş ve bana gösteremedi de, geç di mi? Ne kendini ne de biz dinleyenleri bu kadar hırpalama. Yok. Baygınlık geçircez, allahtan son zamanda, birkaç bişey söyleyebildim de artık bana pek konuşmuyor bu konuları.

Büyük erkek kuzenime geleyim, Şecaattin. Bi de bu Nursena'nın kardeşi var Muhittin. Entrikaya bakın şimdi, şecaattinle muhittin muhabbet ediyor; Şecaattin kendi annesi ve babasından bahsederek, onları ne kadar sevmediğini, onların bunun ailesi olmadığını, kayınpederi ve kayınvalidesinin asıl ailesi olduğunu, bunların geçmişte kendisine öyle böyle şöyle davrandığını, onu desteklemediklerini ve tekrar bu yüzden onlardan nefret ettiğini söylüyor. Annesiyle babası da benim diğer teyzemle eniştem. Maşallah teyzemler çocuklarına çocukları teyzemlere, kim kimi bulabilirse eziyet etmişler, ediyorlar herhalde; benim anam nasıl çıktı bunların arasından anlamadım.

Sonra muhittin nursenaya anlatıyor, abim böyle böyle dedi kahroldum diye. Çok da duygulu çocuktur, çok üzülmüş abisinin, kendi annesi ve babası hakkından böyle konuşmasına. Bunları duyan Nursena beni çağırdı,

-Gülüm, abim böyle böyle diyormuş teyzem için; yani annesini biraz anlamaya çalışsa, o dönem iş kurmak kolay mıydı, bu insanların da ellerinde avuçlarında yoktu nasıl yardım edeceklerdi ona, yok beni sevmediler diyormuş; e o insanları sevdiler mi? onlar sevgi gördü mü de onu dizlerine yatırıp sevsinler, şımartmamak için sevmemişlerdir. Canlarını dişlerine takıp çocukları için uğraştı bu insanlar senelerce, abim göremiyorum mu bunları? Nasıl annesi ve babasının kendisi için hiçbirşeyi yapmadıklarını söyleyebilir; abimin bunları söylediğine inanamıyorum.

İşte o tam bunları söylerken koşarak ayna alıp gelesim geldi. Ona kendini göstermek için, ve söyledikleri karşısında küçük bir şok geçirdim. çünkü abimi destekleyecek sanıştım konuşma başlarken, kendisi de kendi annesi hakkında tam da abimin konuştuğu şekilde konuşuyor çünkü.

Biz de böyleyizdir kesin, ama farkında değiliz. Biri bi ayna tutsa keşke.

İnsan ne kadar kendini göremiyor di mi?

Haydin öperim.
N.

8 Mart 2019 Cuma

Göçmeniz biz! Ev olsun da..

Ailelerimizde mutlaka bi kırık vardır, yoksa sülalelerimizde vardır. Seçemiyoruz, ne yapalım.

Göçmeniz biz, buraya çocuk yaşta geldi bizim nesil 2'den 17'ye kadar çocuklar.  Bazılarının ailesi ne şartlarla bilmem, (çünkü okutabilirlerdi çocuklarını çalıştırmayabilirlerdi; zor olurdu ama yapabilirlerdi) çocukları okula değil işe yolladılar. o 11-12-13 yaşında elleri kalem tutması gereken çocuklar, marangoza çırak verildi, konfeksiyona ayakçı gönderildi, daha bilmediğim iş kollarına.

Benim iki kuzenim de bundan nasibini aldılar. Maalesef ki, aileleri onları okula göndermeyi tercih etmedi; ne yoz, ne para göz, ne akılsız, ne insafsız, ne avam, ne sorumluluktan uzak, ne 2 tanecik çocuklarına bakmaktan aciz insanlarmış diyebilirsiniz; ben de diyorum. Ama seçemiyoruz işte.

Çok kızdık ettik neden böyle yaptılar, şuncacık çocuktan gelecek üç kuruş paraya tamah mı edilir diye, ama şartlar öyleymiş belki ve üstüne kendi niyetsizlikleri de eklenince o çocukçağızların çok farklı olabilecek hayatları, başka şekle evrilmiş. Ha kötü vaziyette asla değiller. İşlerinde; çocukluktan beri yoğruldukları için belki aranan insanlar ikisi de, başarılı insanlar.

Bu kadar çalışmak zorundalar mıydı bilmiyorum, ama ev yapmaları(!) gerekiyordu, gece 10 dan önce eve gelmezlerdi ailelerimiz, haftasonuna temizlik, pazar işleri, yemekle geçerdi; başımıza ödevini yaptın mı diye sormaya gelirlerdi; iş yerinde amirlerine söyleyemediklerinin hıncını bize herşeyi söyleyerek çıkarırlardı, hırpalarlardı, karnede bi kırık olsun tehdit ederlerdi 'veririm eline boya kutusunu', akşam onlar eve gelmeden yemek yapardın; işte neyi yapabileceksen, yaşın belki 8-9, yemek annen geldikten 5 dk sonra hazır olacak olsa azar yerdin 'o tüm gün senin için çalışmış, o yemeği yemenin hayaliyle eve gelmişti ama yemek hazır değildi' 5 dakika diyorum. Hafta sonu annen eve gelmeden temizlik yapardın, ne kadar yapabiliyorsan ama hep daha fazlası beklenirdi, böyle temizlik mi olurdu, işe yaramaz mı olacaktık, o bize böyle mi öğretmişti. Haklıydı. Öğretmemişti.  Biz onu ve geri kalan herşeyi kendi başımıza öğrenmeye çalışırken o bizi doyurmak, bizi okula göndermek, bize ev yapmak için çalışıyordu. Büyük olay. Şimdi bu yaşlarımızdayız ve o evleri... monte edecek yerler bulabiliriz sanırım. Velhasıl kelam, bize sevgi vermediklerini farkında değillerdi, bi aile sıcaklığı, aile desteği vermediklerini, bizi onlarsız bıraktıklarını farkında değillerdi.

Kuzenim bi gün, her pazar arka balkona çıkıp leğenlere su doldurup saatlerde çamaşır yıkadığını söylemişti, o bizden 4 yaş büyüktü(11-12) yükleri de büyüktü. Öyle sakince dinleyemedim, ağladım. Hala aklıma geldikçe sıkışır kalbim. Böyle boğazıma bi düğüm oturur, koşup kurtarmak isterim o miniği ordan; 'bak burdayım, ben seni seviyorum, yalnız olduğunu düşünme,  sana fazla sorumluluk vermeleri akabinde de yaptığın işten memnun olmamaları seni sevmedikleri anlamına gelmiyor' derdim.

Dramatize etmek değil di maksadım. Hatta bi çocuk için ne kadar ağır olabileceğini, şu an yazarken daha net farkına vardım. Sevilmeyi öğrenmedik, her istediğini yaparsam beni sever; zannettik, sırf bu yüzden. Bizi sevsinler diye de herkesin her istediğini yapma eğiliminde olduk.

Olsun siz ev yaptınız. Herhalde değmiştir! Şimdi karı koca yaşıyorsunuz o evlerin içinde, çocuklarınız sizden kaçmanın yollarını arıyor.

Çünkü sizi affedemiyorlar.
Değdi mi?

N.
(Bambaşka bi konu anlatçaktım nasıl buraya geldi bilmiyorum, anlatçam konuyu) 

7 Mart 2019 Perşembe

Çok iyi içime içime konuşurum

Ayşeyle bi durum yaşadım diyelim, beni kızdıracak cümleler söyledi; karşı tarafın söylediklerinden sonra hissettiklerime aşağılanmışlık, küçük görülmüşlük, önemsenmemek, yok sayılmak gibi hisler eklenirse asla karşı tarafa birşey söylemem, çok isterim söylemeyi; ama söylemem. Bunları onlara söylersem beni daha da küçük göreceklerini 'hah hah zavallı, böyle hissettiysen demek gerçekten öylesin' vs düşüneceklerini zannederim. Pek tabi haklarında bunları düşündüğüm insanlar sadece hayatımda yeri olan insanlar, öyle alelade tanıdıklarıma çatır çatır söylerim düşündüklerimi hiç de ezdirmem kendimi. Neyse, şöyle bir yöntemim var; söyleyemedim mi karşıdakine; allah artık eğlence başlasın.

Karşıma alırım,
- Bak kardeşim bana bunu bunu dedin,
- Sen beni aşağılar gibi konuşamazsın
- Sen kimsin?
- Ben anamın babamın negatif söylemlerine karşı çıkıyorum sana bişey demiycem mi sandın?
- Bana bu şekilde davranma hakkını kim veriyor ya sana?
- Kimsin kim?
- Bana kıymet vermeyeceksen yol orda
- Ben senin tepeden bakan davranışlarına maruz kalmam, git başkasına bak tepeden
- Seçtiğin kelimelerle, yüz ifaden, küçük bir mimiğinle bile sezdiriyorsun bana bunları, çekmem ben seni

Ne konuşmalar, ne konuşmalar; hiç öyle cool filan görünümüme aldanmayın içimde böyle biri yatıyor. Yıllar içinde şu oldu tabi bu konuşmaları karşı tarafa da yapabiliyor hale geldim; bazılarına tam bu sertlikte, bazılarına yumuşatıp bazı hislerimi yine gizleyerek tabi. Ama bişey söyliycem size, şu konuşmaya hislerimi de eklediğimde, kırıldığımı, üzüldüğümü, kendimi kötü hissettiğimi vs (ama gördüğünüz gibi, aşağılanmış hissetme, önemsenmemiş hissetme ve küçük düşürülmeye çalışıldığımı hissetmeyi yine söylemiyorum) karşı tarafa gösterdiğimde hiç de bi kaybım olmadı, bundan sonra da olmaz bence; gerçi gitmek isteyen de gidebilir ne diyeyim.

Bu girişi yapmamın nedeni şu, artık bu tip konuşmaları söyleyemediklerim ya da söyleyemeyeceklerim için yapmıyorum; bir ön konuşma olarak yapıyorum :D Unutmayayım ne diyeceğimi diye tekrar tekrar oturtuyorum karşıma kişiyi.

Şöyle bir arkadaş düşünün şimdi, küçüklüğünizden beri varlığını biliyorsunuz, arada görüyorsunuz, işte lisede bazen okula birlikte gidiyorsunuz, üniversite döneminde yurtdışında okuyor ve o giderken onu ziyarete gidiyorsun, bi kere bavulunu birlikte topladığımızı hatırladım şimdi hatta annesi filan vardı; okuldan eve geldiğinde haberim olursa ziyaretine gitmişimdi, bi kere yolda karşılaştık şok geçirdim, müthiş bir fiziksel değişime uğraşmış, sonra çalışmak, yüksek lisans yapmak için Berlin'e taşında uzun yıllardır orda, arada geldiğinde haberim olunca gidiyorum görmeye, ya da biryerlerde buluşuyorlar büyük bir kız grubu ben de gidiyorum, ya da ne bileyim oturuyorlar birkaç arkadaş bişeyler içiyorlar ; haberim oluyor ben de gidiyorum yanlarına filan, sohbet ediyoruz özlem duyduğunu anlatıyor e gel o zaman diyorum en o zaman başka dertler var diyo e kal o zaman diyorum, bir ya da iki sefer geldiğinde buluşup çarşıya kahve içmeye gitmişliğimiz var. Böyle bi ilişki. Yani bu kadar bi ilişki.

Kısaca şunu da anlatayım, ben bi şekilde bir şeyler oldu ve yanına gittim onun, fotoğraf müzelerini, galerilerini görmek, göz ve ruh gelişimimiz katkı sağlamak maksatlı bir seyahatti ve onda kaldım belki 9 gün tam hatırlayamıycam. Sohbet muhabbet ettik akşamları, gayet keyifli geçti. Şu yakın arkadaşlık kaybından oluşan kontenjan düşüklüğünü de biliyor. Ve biz de iletişim halindeyiz bi süredir, görüşüyoruz telefonlarla filan. Bi süre önce benim aklıma bişey geldi.

Eyvah! Onu diğer arkadaşdan oluşan boşluğa koymaya çalıştığımı düşünmesin sakın :O

Oturttum karşıma,

- Bak Milena, benim boşlukta oluğumu düşünmüş olabilirsin, onun yerine seni koymaya çalıştığımı düşünmüş olabilirsin
- Tamam yakın bi arkadaşım gitti diye hemen doldurmak istiyormuşum gibi görünmüş olabilir biliyorum ama değil
- Siz farklı insanlarsınız
- Ben gerçekten düşünmedim böyle bişeyi
- Farkındayım tam da öyle görünüyor ama
- Yani bizim zaten böyle bi iletişimimiz yoktu
- Telefonda konuşmak ya da yazışmak gibi bi iletişim halinde değildik biz işte o yüzden de bi boşluğu doldurmuş olmuyosun
- Bak bu senle olan iletişim ben oraya geldiğimden beri güçlenmeye başladı, sen de farkındasındır bence
- Açıklama yapıyormuş gibiyim ama yani bak bence zaten sen de farkındasın

 Daha neler dedim, sonra dedim ki yok ben bunları söylemiyim en iyisi.

Sonunda olaya geldim, dün akşam konuşuyoruz bak dedim bi zaman önce şöyle şöyle düşündüm aklımdan bunlar bunlar geçit, bir kahkaha attı.

Bir kahkaha attı! Bu kadar. :D

E ben onca şeyi boşu boşuna mı kurdum şimdi?

N.






5 Mart 2019 Salı

Bir platonik arkadaşlık hikayesi

İnsan ilişkileri çok ilginç, herkesle farklı bir ilişki içindeyiz ve herkesle de ilişkimizin sonuçları çok farklı, e onca insan çeşitliliği, onca kişilik kombinasyonu varken ne bekliyordum bilmem ama benim için çok ilginç bir hikaye anlatacağım şimdi. Platonik yakın arkadaşlık.

Kısaca anlatmak mümkün değil çünkü iletişimimiz 5 yaşımdan beri sürüyordu, yani hala sürüyordur herhalde; emin değilim.

Türkiye' ye taşındığımızda gördüğümü hatırladığım ilk arkadaşım. Seneler içinde de iletişimimiz çalkantılı olarak devam etti. Kişiliklerimiz birbirinden farklı, insanlarla ilişkimiz, problem çözme yöntemlerimiz, birbirimize karşı yaklaşımlarımız. Ben sıcak kanlıyım, o soğuk; ben çözüme odaklıyım o sorgular, sürekli sorgular; ben çabuk sinirlenirim parlarım o sakin kalabilir genelde, ben heyecanlı ve heyecanını gösteren yapıdayım o pek heyecanını göstermez, ben sabırsızım o sabırlı, ben olumsuz olabilecek olayları kolay atlatırım o zor. Nerdeyse birbirimizi sevmemiz haricinde ortak yönümüz yok. Fakat şu an o bile şüpheli.

Ben kimseye dost dememişimdir şimdiye kadar, belki dostluk kavramının bendeki anlamı yüzünden. Kıymet verdiğin, kıymet verildiğin; paylaştıklarının gerekiyorsa aranda kaldığı; iyi ya da kötü eleştirdiğin ve eleştirildiğin; haset duymadığın ve duyulmadığın; küçümsemediğin ve küçümsenmediğin; güvendiğin ve güvenildiğin; arkanı içinde asla bir şüphe kalmadan dönebildiğin ve dönülebildiğin bi de kendi için her şeyi yapabileceğin ve senin için yapabilecek biri benim için dosttur. E bunca anlam yüklersen dost değil tost bile bulamazsın.

  • Yakın arkadaş
  • Arkadaş
  • Tanıdıklar
  • ve Diğerleri olarak ayrılıyor insanlar benim için. Aklımca böyle bir sistem kurmuşum kafamda, kendimi bildim bileli de değiştirmedim bu sistemi. 
Daha küçük yaşlarımızda hep tartışırdı benimle, ne demek dostun değilim vs diye, çok şiddetli de tartışmışlığımız var. Nasıl geliştiği konusunu hatırlayamıyorum ama zamanla benim yakın arkadaş kontenjanıma girdi. Senelerdir de öyle zannediyordum.

Başka bir ülkeye göçtü. Bir zaman geldiğinde de beni davet etti; gelmeyeceğimi zannetti de laf olsun diye mi davet etti bilmiyorum. Yanına geleceğimi söyledim, planlar yaptım yakın çevreme söyledim oh oh gidiyorum ne güzel olacak vs heyecan içindeyim. Sıra bilet almaya geldi, ne zaman müsaitsin diye sordum bi tarih söyledi, o zamana kadar gel dedi; tamam ona göre bakıyorum bilete. 3 gün kalmaya niyetliydim, erkek arkadaşım oranın haftasonunu da görmeni istiyorum 5 gün kal dedi, tamam dedim. Söyledim tarihleri, alıyorum bu tarihlere bileti dedim. Tamam, ben internetimi kapatıyorum bana faceden, instagramdan ya da whatsapptan ulaşamayacaksın dedi. Sonra ekledi, seni üç gün ağırlayabilirim diğer günler için kendine kalacak yer bul. Ama aynen böyle mesajlar, ne bir emoji, ne bir seni çağırdım ama şöyle bir durum var ancak 3 gün ağırlayabilirim kusura bakma, bi çözüm bulmaya çalışsak ya da, (orda başka ortak arkadaşımız var, bana çaktırmadan ona sorup) , A. da seni ağırlamak istiyormuş, buraya gelmişken iki günü de onda geçirisin vs gibi kibar birşeyler yazmadı asla. En yakın arkadaşlarımdan biri. Anlamadıysanız büyük harflerle yazayım; EN YAKIN ARKADAŞLARIMDAN BİRİ.

Gitmekten vazgeçtim. Ne yapsaydım, küfretmediği kalmış bir tek, bi de gitse miydim? Ama yaşadığım çöküntüyü kelimelerle asla ifade edemem, o önemsenmeme hissinin beni nasıl yıktığını, günlerce kafamda kendimle neler konuştuğumu; bunu hak edip etmediğim, haketmek için ne yaptığım, onca zaman arkadaşlığın da mı kısa bir açıklama yapmak için yeterli olmadığı, allahım neler neler.  Herkese sordum, kısaca durumu anlattım; siz olsanız gider miydiniz dedim; ne kadar insana sorduğumu tahmin edemezsiniz, bir tane olumlu yanıt almadım. Hepsi hayır gitmezdik dedi. Şimdi sakince düşündüğümde belki de beni haksız çıkaracak birinin olmasını arzu ettiğim için bıkmadan sormuşum insanlara, 'hayır o seni tabiki önemsiyor, ben olsam giderdim' cevabını bekledim her halde. Umutsuzca.

Bir sürü neden uydurdum kendi kendime, böyle davranması için mazeret olabilecek;

  • karakteri bu
  • işi mi var acaba
  • aman zaten o böyle yazar
  • e o sevgisini pek göstermez
  • neden öyle dedi acaba
  • abisi istemiyordur belki
  • yahu yanlış bişey mi söyledim acaba
  • belki tut elimden beni dolaştır olarak anlamıştır, iyi de benim öyle bi talebim olmadı ki; ben bakarım başımın çaresine ve hatta tek başıma daha rahat ederim; yok yok kesin öyle bi talebim olduğunu sandı
  • liste böyle uzadı günlerce
ama bi cevap bulamadım.

Ona tabiki sormadım nedenini, kendimi bu kadar önemsenmemiş hissettikten sonra bi de ona bunu mu sorcam. Geçecek onu. 25 senelik arkadaşıysam bana böyle davranmamlıydı, bitti.

Ayrıca ona sorsam vereceği cevabı biliyorum, ne alakası var; sen beni yanlış anlamışsın, ben öyle söylemek istemedim ki. Ne zaman soğuk yazışmaları üzerine konuşsak verdiği cevaplar bunlar, e iyi o zaman ne demek istiyorsan onu söyleseydin, ne dolaylı yoldan yazıyon. Müneccim miyim ben? Ve, bi tek kelimelerin saf anlamlarıyla mı iletişim kuruluyor? Jest mimik denen birşey var, ses tonu var ve bunların dijital dünyaya aktarılmış halleri var, gülücük işareti filan, bak böyle :). Cümlenin kısa olması, uzun olması, kullandığın kelimeler vs afedersiniz de hepsine gayet tabi anlam yüklenir. Bence bu tartışmaya açık bile değil.

Durumun sonuca bağlanma noktası şu oldu, dedim ya bir arkadaşım daha var orda diye, ona da geleceğimi söylemiştim hevesle; bi akşam aradı ne zaman geliyosun diye; yok dedim gelmiyorum, geleceksin dedi, ben sizi yıllardır çağırıyorum buraya zaten dedi. Gittim, yaşadığım müthiş deneyimler başka bir yazının konusu, ben olaya devam edeyim. Yakın arkadaşım dediğim, instagramdan bi hikayeye mesaj atmış 'a buraya mı geldin' gün olur da böyle oluruz diye allah var asla düşünmedim. İlk akşam ziyarete geldi, ne kadar oturdu hatırlamıyorum ama benimle doğru düzgün konuşmadı bile, yüzüme bile o kadar az baktı ki; öyle hasretle sarılmaları güzel güzel sohbet etmeleri filan hayal bile etmeyin, öyle şeyler asla olmadı. Sonra bi akşam yemeğe çağırdı, gittik; yine öyle dam samanlık, yine benimle doğru düzgün konuşan, yüzüme bakan yok. Günlerce düşündüm, kafayı yicem; ama kendime sorduğum soruların cevabı bende değil.

Seyahatin sonunda beni ağırlayan arkadaşıma teşekkür ettim, iyi ki böyle olmuş ve sende kalmışım çok rahat ettim vs iyi ki sen vardın ve onlarda kalmak zorunda olmadım, kendimi asla böyle rahat hissetmezdim dedim. Ve hayatımın en tokat gibi cevabını aldım;

'Tatlım, farketmemiş olabilirsin ama seni zaten davet etmediler.'

Ve 25 yıllık yakın bir arkadaşlığın bitişini okudunuz.

Yok son cümle tam oturmadı,

Ve 25 yıllık platonik bir yakın arkadaşlığın bitişini okudunuz.


Dağılabilirsiniz. (Benim artık dağılacak yerim kalmadı, toparlamaya geçtim.)
N.





4 Mart 2019 Pazartesi

Yazmadığım zamanlarda ne oldu?

Bikaç gün önce fiili olarak yazdığımdan beri, her an yazıyorum kafamda; yürürken, uyumadan önce, okurken, fotoğraf çekerken, yemek yerken, instagrama bakarken; küçük bir ruh hastalığı gibi yazmak.

Yazmadan nasıl yaşamışım, hayret.

Yazmadığım 4 yıl boyunca 4 önemli şey yaşadım.

Tabiri caizse seviyeli bi ilişkim oldu, allaha şükür de devam ediyor hala, rekora koşuyorum yani :P  ;

Sınırlarla ayrılamaz tabi ama, insanların ben onlara nasıl davranırsam bana öyle davranacakları gibi bir düşüncem vardı, birini üzmüyorsam o da beni üzmezdi, birini seviyorsam o da beni severdi, birine kibar davranıyorsam o da bana kibar davranırdı. bunun pek de geçerliliği olmadığını öğrendim ve insanları gerçekten tanımak için çaba sarfetmeye başladım,

Akabinde senelerdir yakın arkadaşlarımdan olduğunu zannettiğim birini kaybettim,

Ve son olarak anneannemi kaybettim. Fizyolojik olarak yani.


N. 

3 Mart 2019 Pazar

Yine kısa bir gözden geçirme

Yine 2 yıl aradan sonra yazıyorum. Aynı şeyleri tekrar edeceğim;

- Bu, aşırı kişisel ve okuması çok zor bir blog,

- Tüm küfürlü gönderiler için özür dilemek isterdim ama demek ki o zaman öyle hissediyormuşum, kendimi ifade etme şeklim oymuş,

- Dönem dönem girdikçe hakikatten okuyorum yazdıklarımı, 500 e yakın gönderi var siz hepsini görmüyorsunuz, taslaklara alıyorum 'Eyvah ne yazmışım ben' dediklerimi. :p

- Bir süredir aklımda yazmak var ama blogu bile açtığım yoktu açıkçası; bi arkadaşım vesile olmuş oldu; blog yazacakmış, çok iyi iş çıkacağına eminim, herhalde en sıkı takipçisi de ben olurum. Neyse ben de blogum olduğunu söyleyince , bakayım mı dedi; bloga girmek için öyle bi vasıta olmuş oldu.

- Bi kontrol ettim de, hep şuna takmışım; 'Birilerinin okuyup, okumaması' üstüne basa basa da kendim için yazdığımı söylemişim hep. Kıyamam, kendine bile dürüst olmak çok zor bazen; tabiki kendim okumak için yazıyorum, yazmayı sevdiğim için de yazıyorum e ama birilerinin okuması da hiç fena olmaz.

- İnsan az bi yazmaya başlayınca kendini nasıl da zaptedemiyo di mi :D O yüzden son zamanlarda alay ediyorlar türklerle; kitap okuyandan çok yazan var diye. Haklılar vallahi.

- Arada gittiğim oyunlar, okuduğum kitaplarla, sanat etkinlikleriyle ilgili filan yazmışım fakat genel olarak belli bi konuya odaklanmış değilim, e kişisel bir blog bu ben ne yapayım ama yakınmışım bununla ilgili yazılarımda.


Yazacağım.
Haydi öptüm.
N.