27 Şubat 2012 Pazartesi

Spartacus - Andy Whitfield


Bi gün haber okumuştum. Lucy Lawless çıplak! bildiğimiz gibi sesleneyim, Zeyna çıplak! Abd nin bilmem ne kanalında bi dizi başlıyor; adı bilmem ne(yazmıştım ismini ama kim bilir hangi not kağıdında) vs vs kıs bi yazı ve belden yukarısının olduğu göğüsleri kapalı bir fotoğraf.


Herkesin ağzındaydı, Spartacus; Spartacus.. Hep merak ettim fakat bir türlü izleyememiştim. Sonra bu Spartacus seslenmeleri; "abla Andy öldü; ölemez; nasıl ölür" yakarışlarına dönüştü. Tamam bi başrol oyuncusu ölmüştü ama insanı bu kadar üzmesi nasıl mümkündü. Çok aldırmıyordum, anlatıyordu kardeşim"iki küçük çocuğu varmış, ölürken çocuklarına ben artık uyuyacağım ama sizi her zaman seyrediyor olacağım" diyormuş; üzücüydü fakat yine anlamıyordum...


Ta ki geçen haftaya kadar. Geçen haftanın başında aldım ilk sezonu ve salı günü izlemeye başladım. salı üç bölüm, sonra cumartesiye kadar ikişer bölüm izledim cumartesi de dört ve ilk sezon bitti. Ben de bittim, bu adam nasıl öle bilir? Duruşu, bakışı, aşık oluşu, kucaklayışı karısını, sevişmesi onunla hem de en alevlisinden... Şimdi napıyordur karısı onsuz di mi? Sezon sonunda esiri olduğu Batiatus'un hanesini yakıp yıkıyor ve kendiyle birlikte tüm kölelere özgürlüklerini veriyor. Sezon orda bitiyor. Nasıl da kendi hayatıyla özdeşleşen bir final bölümü..

Özgürlüğünü o şekilde kazanmasını hiç istemezdim, şimdi yeni spartacus ü gördükçe suratının ortasına bi yumruk atasım geliyor, kim alabilir ki Andy'nin yerini?

Lucy'yi içeren haber Spartacus un başladığıyla ilgili bir habermiş...










Sensiz Spartacus bir hiç Andy.
Seni hatırlayacağız.
Belki cennette karşılaşırız bi gün ne dersin ;)






21 Şubat 2012 Salı

Fetih 1453

17 Şubat 2012 Cuma

Rafael Nadal ve Roger Federer



Bu videoyu hep sevmişimdir. Bu nasıl bir tatlılıktır yarabbi;
Gerçek mi bu Nadal?
N.

15 Şubat 2012 Çarşamba

Kırmızı - İstanbul Devlet Tiyatrosu

-Sana bir şey sorabilir miyim?
-Sormanı engelleyebilir miyim?
-Gerçekten de siyahtan korkuyor musun?
-Hayır, ben ışığın yok olmasından korkuyorum.
-Yani körlük gibi mi?
-Hayır, ölmek gibi..


Nihat İleri ve Turan Günay oynuyor.

Rothko(bir ressamdır)'nun asistanı ile geçirdiği birkaç yılı anlatıyor oyun. 20. yy da sanatın rolü üzerine düşünen herkesi yakalayacaktır gibi bir cümlesi var tanıtımın; ben düşünmedim hiç; bu cümle nedeniyle de ne kadar öğrenirsem öğreneyim cahilliğimi bir kere daha hatırladım.

Sabit fikirli, insanların resme bakış açılarını değiştirmiş ve var olana yenisini katmış bir ressamın şimdi onun yarattığına yenisini katıyor olmalarından; yaptıklarının içselliğini, derinliğini anlamayan yeni nesil ressamların (kendini ressam sananlar onun tabiriyle), (yine ona göre) umursamazlığından, ruhunun ve bedeninin duyduğu acıyı çok sert bir dille aktarıyor asistanına. Onu aşağılayarak, diğerlerinin hıncını alıyor gibi görünüyor Rothko.

Resim kendi kendini yaratır diyor, en alt katmanı atar ve beklersin; beklersin; beklersin; o sana ne yapman gerektiğini anlatır, ne hissettiğini ve kendinin aslında nasıl bir resim olmak istediği anlatır. Hangi renk, hangi ton, hangi nesne, hangi his.. Sadece beklemeli ve resmi dinlemelisin diyor. Öyle dinlemeden kafana estiği gibi savuramazsın fırçayı, resim istediği şey olmazsa mutlu olmaz diyor. Tıpkı biz insanlar gibi; toplumun bize dayattığı meslekte mutlu olmayız mesela, bokçuluk bile olsa kendi istediğimiz meslek bize en mükemmeli gelir.

Hayatı tüm çıplaklığıyla anlatmış, patronun; işçinin nasıl olduğunu ve nasıl olması gerektiğini.. Kibir, öfke ve sabit fikirliliğin insanın yüreğini nasıl zora soktuğunu; yalnızlığı, ölümü...

Renklerin doğru ışıkta kendilerini nasıl da güzel anlattıklarını hatta sadece kendilerini değil hayatı da ne güzel anlattıklarını. Onları bağdaştırdığımız duygularımız ve bu duyguların kişiden kişiye gösterdiği değişimler, belki bu duyguların yersizliği..



Dipnot: Benim için;
Siyah: Yalnızlık demek, kendi kendinle baş başa kalabilmek, düşünmek. Siyaha gözleriniz her türü alışır. Gece siyahtır, gözlerinizi kapadığınızda gördüğünüz şey siyahtır, ondan korkmanıza asla lüzum yoktur çünkü o nerdeyse hayatımızın her gününde var ve ona alışmak çok kolaydır.

Kırmızı: Özgürlük demek benim için, zafer demek, kendinin hakimi olmak ve savaşmak demek. Yılmamak, direnmek ve ruhumun sonsuzluğa kadar özgür olması demek.

Beyaz: işte bu ürkütücü, benim için ölüm demek olan renk bu; asla alışamadığım ve alışamayacağım. Hayatımın çok az bir kısmında olan ve önünü görmek için milyarlarca ışık kaynağı verseniz beyazın içinde işe yaramayacak olan renk. Acımasız bir körlük, insanı siyahla değil; beyazla delirterek öldürebilir siniz çünkü gözler beyaza asla alışamaz.

Nihat İleri





Sevgiyle kalın Nihat İleri ve Turan Günay;
Yine bekleriz İzmir'e.
N.

14 Şubat 2012 Salı

Güzel bir gün ölmek için.

Ne kadar kasvetli, berbat bi gün.

Bütün bulutlar toplanmış ve hep birlikte kararmışlar, beni de karartıyorlar. Güzel bir gün ölmek için. Esen rüzgar tenine dokundukça için olduğundan çok daha fazla ürperiyor, sanki evrenin bir yerinde varlıklar toplu intihar ediyor ve gökyüzü de onlara eşlik ediyor. Ardından yağan yağmur aslında o varlıkları kaybetmiş olmanın ne kadar acı olduğunu haykırıyor, yapmayın dercesine ağlıyor yağmurlar ama nafile.. Rüzgar gittikçe sertleşiyor, yönlerini değiştirip düşüşlerini geciktirmek için intiharcıların ama yettiremiyor gücünü; çünkü ağır insan eti. O eti taşımak da ağır, o kadar gücü yok esen sonra fırtınaya dönüşen rüzgarın..


Ne berbat, ne iç karartıcı bir gün. Ölüme ne kadar sürüklüyor insanı; ne kadar yakın hissettiriyor ölümü insana; ne kadar dost canlısı ve kucaklayıcı. Sanki milyarlarca insan arasında kucak açacak tek bir varlığın olmadığını kanıtlarcasına, sessiz; sakin ve huzurla kucak açıyor.

İnsan oğlu nasıl çaresiz, nasıl güçsüz böyle havalarda. Öyle heybetli ki gökyüzü, yağmur, rüzgarlar; güçlerini sergiliyor ve senin aslında bir sıçandan farksız olduğunu nasıl hatırlatıyorlar sana. Sen bir sığıntısın. Günün birinde ölmeye mahkumsun ve vücudunu yiyen böcekler kadar bile değerin kalmayacak. Haddini bil. Doğaya meydan okumak ne senin işin ne de diğerlerinin. Doğa istediği sürece yaşarsın. İstemese çoktan ölmüştün ve istemezse hemen ölürsün.

11 Şubat 2012 Cumartesi

Gotye - Somebody That I Used To Know




Biliyo musun? Kimse senin gibi değil.
N.

10 Şubat 2012 Cuma

Reklamın dik alası.



.


Bu reklamı yapan insan mı acaba?

Bence değil, ve daha fenası; bizi de insanlıktan çıkarmaya çalışıyor.

9 Şubat 2012 Perşembe

Kalbim dört mevsim (1000 mevsim olsan 1 boka yaramazsın)


Ben ömrüm boyunca bu kadar aşağılık bir dizi daha izlemedim, nasıl da denk geldi; belki iki bölümde toplamda yarım saat falan izlemişimdir.

Dizi tamamen kızlık zarı üzerine kurulmuş. Farklı yaşantılarda üç kadın var, birini kocası aldatıyo ardından halası mıdır nedir bi kadın var aralarındaki diyalog aynen şöyle;

Hala: Kızım emin misin, hayır bu durumda kimseyle evlenmezsin bi daha, kim alır böyle bi kadını?
Aldatılan kadın:…..

Böyle bi kadını derken?


Sonra bu aldatılan kadının kardeşi var, bi de bunun sevgilisi; anladığım kadarıyla kadın bu çocuktan önce(çocuk dediğim bi polis) biriyle birlikte olmuş. Bunlar yalaşıyo malaşıyo çocuk tam elini kızın vajinasına doğru uzatırken; kenara çekiliyo ve kriz geçirmeye başlıyo;

Sevgilisinden önce başkasıyla birlikte olmuş kız: Noldu hayatım?
Polis gerzeği: Unutamıyorum unutamıyorum, yapamıyorum, aklımdan çıkmıyor; düşündükçe dokunamıyorum sana… vs

Amk, sen bu kızı bi zar için mi seviyosun?

Bi de diğerlerinden alakasız bi kız var. Bu da onun sevdiği fakat kendisini sevmeyen bi adamla birlikte olmuş yakınlarda, adam da bunu tınlamıyor falan; kızın annesi öğrenmiş durumu ve kızıyla aralarında geçen konuşma şu şekilde;

Anne: Kim alır artık senin gibi bozuk kızı, kim naapsın seni? Nasıl gidip o ipsize verdin; aaah aaah şimdi kimler alır seni, alan da bu bozuk diye geri çevirmez mi?
Kız:….

Yumurta mı lan bu? Güzel bir şeyden bahsetmiyor muyuz?

Merakalısına: Star tvde yayınlanıyor bu, bu akşam yani, Perşembe. Nasıl yozlaştırıyorlar milleti, nasıl her koyundan beter beyne yerleştiriyolar, kadınlar özgür olamaz, kadınlar kocalarına ait birer maldır diye bağırıyor dizi; onu yayınlatanlar;  onda oynayanlar.. 

ŞUNU BEYNİNİZE KAZIYIN; KADINLAR ÖZGÜRDÜR, İSTEDİKLERİNİ İSTEDİKLERİ GİBİ YAPARLAR. NE ERKEKLERE MUHTAÇTIRLAR NE DE ONLARA KÖLE.

Bedenimize ait bir parçayı kiminle paylaşacağımıza sadece kendimiz karar veririz, hiç kimsenin bunda ne söz hakkı vardır ne de yorum.

Bunlar kör cahili bile geçmiş; kadın ruhuna değil zarına önem verenlerin pipisi düşsün; bin beter olun.

Kana kan. Kökünden kesmek lazım çük beyinlilerin çükünü.
Dağılın lan.

N.

8 Şubat 2012 Çarşamba

Göz yaşlarına hakim olamamaktır Eskişehir.

Allah kahretsin.

Efsad'ı; Eskişehir'i çok özledim.

Koklayıp gelmek istiyorum sadece kış ve soğuk kokan sokaklarını..


Huzur ve güven dolu caddelerinde başıboş yürüyüp; dondurucu esen rüzgarınla yeniden ölesiye sevişinceye kadar kendine iyi bak.

Ben eskileri hep sevdim zaten, eski-insanları, eski-eşyaları, eski-jazzları, eski-kitapları...
Seni de çok seviyorum Eski-şehir.

N.

Bence artık sen de HERKES GİBİSİN - Nazım Hikmet Ran

Benim çok sevdiğim bir adam var: Nazım Hikmet. Bir de şiiri; Herkes Gibisin. Çok severdim ve deli gibi okurdum kendi kendime, İyi de yaparım bu işi; vurgusu, tonu, tınısı; sesimin oldukça iyidir(yalnız şiir okurken- uzun zamandır okumuyorum gerçi) lakin gün gelip de bunu dinledikten sonra bir daha asla okumadım şiiri.




Bence Artık Sende Herkes Gibisin Cem Karaca ile  ahsarkilarah



Huzurla uyuyunuz Nazım Hikmet Ran ve Cem Karaca,
Memleket öyle bir uyuyor ki; huzurun da ötesinde..

N.

İmpossible is nothing.


Bir önceki gece İzmir mükemmeldi.

Gecenin yarısında güneşli bir gün yaşıyor gibiydik. Ard arda çakan şimşekler, imkansızın olmadığını gösteriyordu; hatta şu sıralar gündüz bile o kadar parlak ve güneşli görünmüyor İzmir'de yeryüzü. Şimşeklerden sonra öyle bir gürlüyordu ki gökyüzü; kükreyen bir aslan gibi "İzmir satın alınamaz" diyordu adeta. Hiçbir hükumet başaramaz bizi satın almayı.


İmkansız, imkansızdır. Biz millet olarak her şeyin altından kalkabilir; üzerimizdeki ağırlığa hert ürlü fırlatabiliriz hatta üstüne basarsak ezebiliriz bile, yeter ki isteyelim.

"Hayal gerçek; hayatım mecaz" der Eren Kazım Akay. Ne kadar da doğru; hayallerde yaşarsak bir gün o hayaller gerçekliğe dönüşür.

Biz özgür, laik ve Atatürkçü bir ülkeyiz.

Ben özgür, huzurlu ve Atatürkçü bir insanım.

N.

6 Şubat 2012 Pazartesi

Güzel bir gün ölmek için.

Bişey var bugün; kendimi bekliyor; bekliyor ve daha fazla bekliyor hissediyorum. Akşam yüksek yastıkta uyumuşum yanlışlıkla; boynum kopacak gibi ağrıyor ve uyumak istiyorum. Boynum, kollarım, bacaklarım, beynim kısaca hiç bi yerimde hal yok.

Güzel bir gün ölmek için.
N.

4 Şubat 2012 Cumartesi

Kraliçe N.

-Sigara bulamadım.
-Öyleyse puro iç.



"Sigara bulamıyorsanız puro için."

Kraliçe N.



2 Şubat 2012 Perşembe

Ayrılık


Çok güldüren bir oyun olduğunu söyleyemem ama ayrılmak üzere olan insanlar için birebir. Eşlerin birbirlerini nasıl gördüklerini, hangi huylarına, özelliklerine karşı hangi tepkileri vermek isteyip aslında hangi tepkileri verdikleri; birbirleriyle paylaşımlarının neden azaldığını; bir nevi de bu durumlarda ne yapmalarının iyi olacağını anlatıyor oyun.

Gürol Tonbul'u daha önce izlemedim ama Şebnem Doğruer'in müthiş oyunculuk kabiliyetini tam olarak yansıtamasına izin vermeyen bir rol üstlendiğini düşündüm oyunu izlerken. Hani derler ya öğretmenler velilere, aslında x çocuğunuz çok zeki ama bunu gösteremiyor, onun gibi; rolü oyunculuk kabiliyetinin altında kalmış gibi geldi.

Sevgiyle kalın Şebnem Doğruer.
Bir sonraki oyunda görüşmek dileğiyle.
N.

http://www.mavisanat.org/





İzmir'de Kar (Sabaaah olduu güün doğdu, pencereeemde kaaarlar)

İzmir'e kar yağıyo; üstelik de oldukça iyi tuttu.

Bugün dünya yansa umurumda değil, akşam gitçem eve giycem botları, takçam eldivenlerle şapkayı doooğru sokağa, eminim herkes orda olur zaten :D

Yatıp, yuvarlanasım var karda :D



Efsad'ın sağında bi yokuş vardı, minik bi kızla nasıl güzel oynamıştık. O gün nasıl mutluysam şimdi de öyle mutluyum :D

Sevgiyle kal kar.
Daha çok yağ lütfen.
N.




1 Şubat 2012 Çarşamba

Barış Manço'ya mektup

Aradan 13 yıl geçmiş. Dün gibi hatırımda oysa.

Bir akşam okuldan eve geldim; belki gün içerisinde duymamışımdır, hatırlamıyorum. Annem oturmuş sobanın karşısına içi çıkacak gibi ağlıyor. Ağzını bıçak açmıyor, sadece ağlıyor; gözleri morarmış artık nerdeyse.. Sonra babamı hatırlıyorum, oturuyor koltuğun üzerinde, elleriyle kapatmış yüzünü; o da ağlıyor, iç çekişinin sesini duyabiliyorum. Ben annem ve babamın hiç tanımadıkları biri için bu derece gözyaşı döktüklerini hayatım boyunca sadece o gün gördüm, bir daha da göreceğimi sanmıyorum.


Bir albümün vardı, annem Türkiye'den getirtmiş. Tüm albümlerinden derlenmiş bir albüm. O zamanlar teyipler var, albümün de zaten kaset şeklinde. Türkiye'ye göç ettiğimizde 5 yaşımdaydım ve kendimi bildim bileli dinlerim o albümü. Düşün bi kere 5-6 yaşlarımdayım ve oturmuş Hayır, Domates biber patlıcan falan dinliyorum; anlamıyorum tabi hiçbir şey, büyüdükçe dank ediyor.

Sen sadece Adam Olacak Çocuklar'la bize değil meğer dedikleri gibi 7'den 70'e herkese hitap ediyor muşsun. Bizi "Arkadaşım Eşek"'le güldürürken "Hayır"la anne, babalarımızı ağlatıyor muşsun, büyüyoruz ve "Hayır"la biz de ağlıyoruz.

Birini kaybederiz ulusça, ama seni kaybeden sadece türk ulusu değil, tüm dünya uluslarıydı. Ne garip di mi, insan birini kazandığı günü hatırlamaz, hep kaybettiği günü hatırlar..

Hep boğazım düğümlenirdi Barış Manço deyince, şimdi beynim de düğümleniyor. Hani bazen insanı sükunet anlatır ya, rica etsem dinler misin sessizliğimi Barış Abi..


Keşke burda olabilsen ve sarılsan bana, başımı okşasan hafiften.
Seni seviyorum.
N.