23 Şubat 2013 Cumartesi

Kepeğe Kesin Çözüm (Mutlaka okuyun)

İlkbahar ve sonbahar aylarında dökülen saçlarımdan muzdaribimdir ben. Ve;
Kış aylarında baş edemediğim kepekten. Kış mevsimi boyunca İzmir'e bir damla kar yapmaz ama ben hep bembeyazım.

Şahsen rahatsız olmuyordum fakat son bikaç haftadır, saçımın ne kadar kepekli olduğu konusunda birçok kişiden ikaz aldım; hayır sanki benim elimde de.. Ne kadar kepek şampuanı varsa hepsini kullanmışımdır ama sonuç değişmedi. Bunun kepek olmadığını sıcak sudan kaynaklı kafa derimin kabardığını söyleyen de oldu ki gayet mantıklı bence, çünkü nerdeyse 100 derecede banyo yapacağım kışın; bayılıyorum sıcak banyoya ben napayım.

Geçen haftanın sonunda kuaför bi arkadaş "Karbonatla yıkar mısın lütfen saçlarını Tatlım." dedi, lakin ben erteledim; ta ki dün geceye kadar.

Evde yok karbonat, çok sevgili yengeciğimden istedim, iki çay kaşığı kadar varmış verdi, saat de gece 00:30 civarı, yarın iş var; yorgunum ama kararlıyım yıkıcam saçımı. Yıkadım. Şimdi sabah saat 10 ve saçımda inanın kepek ya da deri pulu; ne diyorsanız deyim, hiç bişey yok.

Yani; Saçınızı yıkarken, elinize aldığınız şampuana 4-5 kaşık karbonat atın ve saçlarınızı öyle yıkayın. Kepek'ten eser kalmayacak. Tecrübeyle katiyen sabittir.

N.

Dipnot: Şampuanlar falan traş :D Yazık, inanıp almayın. 

20 Şubat 2013 Çarşamba

Kapısız Tuvalet

Böyle büyük bi binadayım. Sırtımda çantam, nerden geliyorum ya da nereye gidiyorum hiç hatırlamıyorum. Her taraf yabancı öğrenci dolu onu hatırlıyorum sadece.

Bi koridordan sağa dönüyorum, ce cee işte tuvaletler; fakat kapıları yok ve herkes kapısız tuvaletlerde yapıyor ne yapacaksa. :) kadın erkek de karışık üstelik.
Canıma minnet, nolacak; bence sıkıntı yok, ben elalemin orasına burasına bakacak değilim, ola ki baktım; adam benim mi olcak yoo, üstelik benim ruhum da vücudum da aç değil arkadaşım, ikisini de doyuruyorum.

Üç tuvalet var, ortadakine gireceğim çünkü diğerleri dolu. Solda, herkesi izleyen, uzun boylu, sarışın, ukala bi alman var; durup durup gülüyor, sinir ediyo beni. Neyse diyorum tam giriyorum japon bi genç durmuş tuvaletin içinde, yaslanmış duvara, kapı olması gereken ama olmayan yerden dışarı bakıyo, tutup kolundan atıyorum, alman hemen alıyo bunu yanına birlikte gülüşmeye başlıyolar, meğer arkadaşlarmış.

Pantolonumu indirsem mi indirmesem mi diye düşünüyorum, çünkü sinir oldum şu çocuklara; o esnada Gökmen geliyor, veriyor sırtını bana, kapı görevi görüyor tuvalete. Sen merak etme diyor. Oh diyorum, rahat rahat yapıyorum tuvaletimi ve açıyorum gözlerimi.



N.



Kütahya'da Panayır

Kütahya daydık kardeşimle dün sabah. Sabahın 5 inde bi yer arıyoruz; neresi olduğunu hatırlamıyorum. Bir göbekten üç yola ayrılan bi nokta yanında yaşlı bir adamla, Alp'i görüyorum, sırtından görüyorum ama o olduğuna eminim. İşi gücü vardır, İzmir'de görüşürüz diyorum seslenmiyorum. Devam ediyoruz yolumuza.

Akşam büyük bir panayır var şehrin meydanında ve her yer hem boz gibi hem de sıcacık. Tabi ısıtan şey eğlence ve coşku sadece; hava kesinlikle ısıtmıyor. Meğer panayırın organizatörleri Alp ve yanındaki adammış; aynı zamanda bi belgesel mi sinema mı ne çekmeye gelmişler buraya; ondan tam emin değilim. Bayağı bi lafladık.

Ben diyor bunun deli gibi eğitimini aldım kaç yıl. Öyle kıçı kırık adamlar geliyor, ne okumuş ne bişey; yapmaya kalkıyor bu işi. Olmaz efendim diyor. Oldukça sağlam saydırıyor. Aslında ben de bunu yapmak istediğimi söylüyorum, senin bir birikimin var ama yine de çok zor; çok okumalısın, çok seyretmelisin diyor, bu arada yürüyoruz; yapılan panayırın ve yakılan ateşin karşısındaki halk binasına gidiyoruz, orda konaklamışlar birkaç gün, eşyalarını toplayacak ve saat 12 civarı gidecek. Halk binası neresi biliyor musunuz? "Dallas of the Flora" Alp'in kaldığı daire de Osman'nın yaşadığı ve terk ettiği daire.

Hazırlığını tamamlıyor, o hemen gidecek; biz ise biraz daha kalacağız. Sımsıkı sarılıyoruz, garip bir şey oluyor, açıklayamıyorum. Ardıma bakmadan ve bir daha görüşmeyecekmişiz gibi çıkıp gidiyorum kapıdan. O benim çok sevgili bir arkadaşım; hiç değilse farkı zamanlarda da olsa aynı yoldan aynı şekilde geçtik.



N.

Sebzeli Noddle

 Anladım ki bir blogun gideri yemeksel şeylerle olacak. Hadi tarifi okuyun ve çıkın burdan.


1- Bulabiliyorsanız çin makarnası (büyük marketlerde bulunur genelde 3m migros veya kipa gibi-gerçi sizin oralarda kipa var mı bilmiyorum ama zaten yahudilerin onlar almayın ordan- )bulamazsanız gidin bi mahalle bakkalına bi paket makarna alın, marketler yerine küçük işletmelerden alışveriş yapın ki onlar da kazansın; marketi olan adamın zaten parası vardır di mi?
2- 2 ad havuç
3- 1 ad kabak
4- 2 ad yeşil biber
5- 1 ad kırmızı dolmalık biber
6- 1 ad yeşil soğan (evde yoktu bunu yaparken ben koymadım, sıkıntı olmuyor)
7- 1 kaşık sıvı yağ
8- İstediğiniz kadar tuz
9- Soya sosu
10- En önemlisi vog tava :D

Yapılışı,
1- Bulabildiyseniz çin makarnasını, bulamadıysanız da bildiğimiz makarnayı; içine yağ koymadan istersek tuzla  haşlıyoruz.
2- Havuç, kabak, yeşil ve kırmızı biberleri yıkadıktan sonra boydan ikişer parçaya bölüyoruz. Sonra boydan kestiğimiz parçaları bu sefer enine, hemen hemen eşit şekilde 3e bölüyoruz ve parçaları uzun ve ince şekilde doğruyoruz. Özellikle havuçları yarım cm kadar ince doğrayın ki iyi pişsin.
fotoğrafını çekmedim ama çizdim bakınız :D
3- Biz bunlarla uğraşırken makarna haşlanmıştır, suyunu süzüp bi kenara bırakıyoruz.
4- Vog tavamıza bir kaşık kadar sıvı yağ koyuyoruz ve yağ iyice kızınca içine doğradığımız tüm sebzeleri aynı anda boşaltıyoruz. Harlı ateş diyolar galiba, yani en yüksek ateşte bi 4-5 dk kadar sürekli karıştırarak kızartıyoruz, isterseniz bunlara da tuz atabilirsiniz. Sonra 4-5 kaşık kadar soya sosu döküyoruz, 1-2 dk da onunla birlikte karıştırıyoruz malzemeleri.
5- Kızaran ve soya sosuyla azıcık haşlanan malzemenin üzerine suyu iyice süzülmüş makarnaları boşaltıyoruz, yarım dakika daha tutuyoruz ocakta ve sonra alıyoruz.
6- Servis ediyoruz, yiyoruz. Yanında bir de güzel ayran yaparsanız şahane olur.
Not; Baharat kullanmıyorum ben hiç, sebzelerin o güzel kokusunu ve soya sosunun tadını alma ihtimali çok yüksek çünkü.


Dipnot; İzmir'de şahane Noddle yemek istiyorsanız; sebzelisinden etlisine, deniz ürünlüsünden tavuklusuna.. tek bir yere gidiniz; Chickinn. Alcancak gazi kadınlar sokağının karşısında.

15 Şubat 2013 Cuma

Rammstein - Engel



Müziğin tınısı, ritimler fazlasıyla uyumlu ve mükemmel değil mi?

Zevkle dinliyorum bu adamları, daha albüm nerdeyse ilk çıktığından beri biliyorum bu şarkıyı; gelin görün ki klibini hiç izlememiştim; teknolojiden biraz uzağım sanırım.

Yalnız çok isabetli bişey yaptığımı düşünüyorum adamların kliplerini izlemeyerek. Misal bu klibi izleseydim, görüntüye odaklanacağımdan hem şarkıdan tiksinecektim hem de bu mükemmel tınıları yakalamakta zorlanacaktım.
N.

14 Şubat 2013 Perşembe

LuxuryShoppers 'a Sesleniyorum.

Love is... Love is... yazıyorsunuz sürekli bugün. Ben de söyliyim bi tane;

"Aşk, seviştikten sonra birbirine sırtını dönmemek, sarılıp uyuyabilmektir. "

N.

13 Şubat 2013 Çarşamba

Kadınlar..

D&;R 'ın en çok satanlar listesinin ilk 5inde; 1- Düğümlere Üfleyen Kadınlar 5- Sessiz Kadınlar...

Bu da şunu gösterir sevgili okurlar; kadının konumu, kadının gücü, kadının seksapalitesi her ne boku yüksek olursa olsun, ataerkil yaşam tarzı devam ettikçe kadının asla değeri olmayacak.

Hadi diyeceksiniz bilgisiz kesim kötü şartlarda yaşıyor, hırpalanıyor vs. şu yukarıda gördüğünüz sıralama bilgisiz kesimin sıralaması değil, dikkatinizi çekerim; gayet bilgili, değilse bile bilgilenmeye çalışan, kendini eğiten kesimin sıralaması.

İnsan korkunun ne demek olduğunu bilmezse korkmaz. Hırpalanmanın, hor görülmenin, küçümsenmenin, sessiz kalmanın ne manaya geldiğini bilmeyen kadın da adı üstünde böyle bir şeyin varlığından haberdar olmaz, alıp o kitapları okumaz. Bilmez çünkü terimlerin ne hissettirdiğini.

Kadın her ne olursa olsun, cahil de olsa, fahişe de olsa, zengin de olsa, profesör de olsa erkelerin asla sahip olamayacağı bir şeye sahiptir, doğurganlık. Malesef bu bizi her daim üstün kılıyor. Yaşamı, yaşamın değerini erkeklere nazaran daha iyi biliyoruz, o duyguyu yaşıyoruz çünkü. Kaybetmenin acısını, kazanmanın sevincini daha coşkulu yaşıyoruz, çok konuda duygularımız daha yoğun, bunlar da doğurganlığın getirileridir. Merhametli olmak, bağışlayıcı olmak da ona keza.

Yıprattığınız, dinlemediğiniz, başını okşamadığınız kadınlar olmazsa siz bi sike yaramazsınız sevgili erkekler, aklınızda olsun diye söyledim.

N.

Derya ölmüş.

Gözleri bi açtım Derya'ların üç katlı bi evi vardı, üçüncü kattayım ve Derya'nın odasından içeri giriyorum. Oda aslında aynı eskisi gibi ama her şey yer değiştirmiş. Tek boy bi kitaplık vardı o üç boy olmuş ve içinde çiçek böcek, peluş ya da bikaç tane aşk meşk kitabı değil de böyle bildiğin sapasaplam devrimci kitapları var.

Denizler, Mahirler falan.. Boy boy sıralanmış kitaplar, dergiler, gazeteler. Yani belli ki odayı Deniz Abla işgal etmiş. Derya'yla alakası yok bu odanın.

Bi an aklıma Derya'nın bi kaç gün önce öldüğü geliyor.. tam o an da annesi beliriyor karşı koridordan, fark ediyor beni ve yürümeye başlıyor bana doğru. Herhangi bir açıklama yapmama gerek kalmadan sarılıyor bana (zaten onlara girerken kapıyı değil o pencereyi kullanıyordum normalde, ondan bişey demedi herhalde diyorum içimden) Ağlıyoruz neden öldü diye, biraz sohbet ediyoruz ve Deniz Abla geliyor içeri, bi anda kardeşim de beliriyor yanımızda.

Ufak bi sohbetten sonra yine ağlamaya başlayacakken Deniz Abla kalkıyor, ben ağlamayacağım diyor ve başlıyor oynamaya. Delirdiğini düşünüyorum, kardeşime bişey olsa ben bikaç gün sonra bile ayağa kalkabilecek vaziyette olmam diyorum kendi kendime.

Ve kapatıyorum gözlerimi.
Sevgiyle kal Deniz Abla..
N.

Dipnot; Ben neden bu sıkıntı yaşadığım, görmek bile istemediğim insanları hep rüyalarımda görüyorum. Bana kalsa, konuşmamayı yeğlemezdim onlarla, ama kendileri istediler. Zaten iki kişiler. Şimdi hatırladım, bana hep ikisi derdi, sen herkesi kendin gibi sanıyorsun, insanlar çok pis falan diye, kezban derya senin için hiç iyi arkadaş değil dersi derya da kezbandan uzak dur o çok sinsin çok kurnaz derdi. Birbirilerini ne kadar iyi tanımşılar :D

11 Şubat 2013 Pazartesi

Küfürlü yazmak mı lazım?

B: Bak az önce küfürlü küfürlü konuştum, içim içimi yedi.
Ben tiyatroyu çok severim.
Hayır yani hayran olduğum bu sanat bile küfür kıyamet giderken - ki doğalı ve özgünü bu bence- ben niye kendimi kasıyorum aman küfretmiyim diye anlamadım.

+18 miyim ben? Evet biraz +18'im hatta biraz fazlayım belki ama doğalım, huyum bu ben napayım. Küfürlü müfürlü yazmıcam diye kaç gündür yazmıyorum.

R: Burası stres tahtası gibi bişey böbeğim, yaz. Kim okursa okusun kim olduğunu anlarlarsa anlasınlar siktir et. Allah allah, ben mi öğretçem bunları sana. Öpüşçekmişin ama ağzın kokuyomuş gibi davranıyosun.

Dağıl şimdi.

R.



9 Şubat 2013 Cumartesi

Manevi güç

Bilen bilir, ben Tolga'yı çok takdir eder ve severim.

Onu gördüğüm tüm zamanları hesaplarsam üzerindeki kıyafetleri sadece tek sefer değiştirdiğine şahit oldum. Onu sürekli aynı kıyafetlerle gördüğümü de, üstünü değiştirdiğinde fark ettim. Benim için tek bir şeyi ifade etmişti bu durum, Tolga'nın zekası.

Her zaman temiz, salaş, özensiz ama mis gibiydi. Bişey vardı onda insanı çeken, ne olduğunu uzun zaman sonra çözdüm; manevi tabiatının gücü. Onu geliştiren, onun güçlü hissetmesine neden olan şey asla maddenin potansiyeli, maddenin getirileri değildi. Adam ruhuyla vardı. (Ölmüş gibi konuştum fakat hala yaşıyor :D ) Ruhu öyle güçlüydü ki sizi yanına çekmekte... hatta şunu bile söyleyebilirim, beyni ruhundan yavaş, çelişkili ve çekingendir. Çok şey kaybedeceğini sanmıyorum onun ömrü boyunca ama, kaybederse de ruhunun güç ve hızına beyni uyum sağlayamadığı için kaybeder.

Onu tanımanızı tavsiye ederim. Ona ön yargı ile yaklaşmaz ve ruhunu dinlemeye çalışırsanız öyle şeyler duyacaksınız ki, onu sevmekten başka çareniz kalmayacak. Dikkatle yeniden söylüyorum ağzının söylediklerini değil, ruhunun söylediklerini duymanız gerek.

Onu önemseyin, o sandığınızdan çok daha değerli; geç olmadan fark edin bunu lütfen, yoksa pişman olma ihtimaliniz oldukça yüksek.

Neyse kıyafet diyordum en son, mail adresimi kontrol ediyorum da sürekli kıyafet vs alışveriş sitelerinin mailleri var, sürekli tüketime ve beyni maddi görüntüye endekslemek için uğraşıyor herkes; ruhlarımızı terk ettiriyorlar; sonra neden birbirimizi anlamıyoruz diyoruz.

Mühim olan ne giydiğiniz, ne kadar ayakkabınız olduğu, kaç renk çantanız ve kot pantolonunuzun hangi marka olduğu vs değil, pis olun demiyorum, temiz ve kaliteli olun her zaman ama şunu da bilin ki kalite kıyafetlerinizin kumaşlarında olduğu gibi beyninize ve ruhunuza giydirdiğiniz kılıflardadır da.

Ruhunuza yatırım yapın, kalitenizi; bedeninizi sardığınız şeyler belirlemez. Maddi güç geçici, manevi güç sonsuzdur.

Sevgiyle kalın.
N

2 Şubat 2013 Cumartesi

Selim Güneş - Kar Beyaz


Selim Güneş'e ait Kar Beyaz filmi ile ilgili bir röportaj okuyorum;

"
“Çoğu yönetmen sizin yaptığınızı yapmaya çalışır, çünkü herkesin izlediğinden farklı bir şey algılayıp çıkarması istenen bir şeydir ama herkes yapamaz. Eğer farklı anlamlar çıkarılabiliniyorsa film hemen izlendiği anda bitmez”. Yani izleyiciyi de bu sürecin parçası haline getirmeniz lazım, bunun için de herkesin sinema üzerine duygularının düşüncelerinin sinema salonundan çıktığı anda bitmemesi lazım. Ben bir anlamda onu başardığımı düşünüyorum. Bunu başarırken eksiklerim var mı? Evet var. İşte onları tamamlayabileceğim ve ilk filmde yaratmış olduğum o duygu ve atmosferi devam ettirebileceğim daha iyi bir şey üretirsem iyi olur diye düşünüyorum. "

Bi film vardı, küçüklüğümden beri izlerim filmi ve hala çözemedim sonunu, durup dururken de aklıma gelir. Bakın ne mükemmel dediğim ne övüp yere göğe sığdıramadığım filmler var ama benim aklıma hep o film gelir. Bir türk sineması, kadının çocuğu olmuyor, bir evlatlık çocuk alıyor fakat aynı dönemde hamile olduğu anlaşılıyor ve doğuruyor. Hangi kendi çocuğu hangi evlatlık bir türlü ayırt edemiyor yalvarıyor yakarıyor kocasına yataklara düşüyor falan. Adam da futbolu seven oğlunun onun olduğu söylüyor. Uzun zaman sonra, -tabi kadın müziği sevip sonra müzisyen olan çocuğa çok kötü davranıyor- futbolcu çocuk hastalanıyor ve ölüyor, kardeşi öldü diye müzisyen de intihar ediyor, anne baba dımdızlak kalıyor ortada. Çocukların mezarı başında beklerken baba sana asla gerçeği söylemedim diyor. "Şimdi söyleyeyim istersen?" Anne yalvarıyor, söyleme söyleme diye.

Ben bu filmi kesinlikle çözemiyorum, kimdi kadının oğlu. Sanırım bahsetmek istedikleri bu, izleyicinin filmle beraber onun hakkında düşünmeyi bırakmaması durumu bu oluyor. Bakınız film bilmem kaç yılında gösterime girmiş, Seyretmeye başlayalı en az 18 yıl olmuştur, bu süre zarfında kaç sefer izledim ve film hala ölmedi görüyorsunuz. Çok kızgınım senariste, yönetmene vs ama hala aklımda film.


Sevgi ve saygıyla kalın Selim Güneş
.
N.

Kar beyaz - Selim Güneş

Daimi yalnızlık nedir?

Daimi yalnızlık kadar yıkıcı başka bir şey var mıdır?

Geldiğinizde ev bomboş.
Yemek yiyeceğinizde tek başınasınız.
Uzanıp yatsanız rahatınızı bozmamak istediğinizde "bebeğim su getirebilir misin" diyeceğiniz hiç kimse yok. Uyumak isteseniz yatağınızı ısıtacak başka bir beden yok.
Sevişmek istediğinizde sizi aşk ve şehvetle coşturacak biri yok.
Uzlaşmazlık yaşayıp konu üzerinde tartışacağınız, ortak karar vereceğiniz biri yok.
Yaşlandığınızda şu tarihte şunu yapmıştık diyeceğiniz, yaptıklarınıza birlikte gülüp ağlayacağınız bir insan yok. Sıcak bir bedene ihtiyacınız olduğunda sarılacak bir bedeniniz yok.
Ağlamak istediğinizde yaslanıp gözyaşlarınızla ıslatacağınız bir omuz yok.
Mutlu olduğunuzda sevinçten kucağına atlayıp naralar atacağınız bir vücut yok.
Desteğe ihtiyacınız olduğunda en samimi duygularıyla sizi destekleyecek biri yok.
Ruhunuzun boşluğa düştüğünü hissettiğinizde onu kavrayacak bir ruh yok.

Bencil midir insan yalnız olmamayı istediğinde? Aşk da mı bencillik?
Kendimizi mi düşünürüz, arzu ettiğimiz aşkla kendi ruhumuzun doymasını mı isteriz yalnızca? O, bizi en mükemmel yaptığı müddetçe mi var? Ucuz mu bu kadar aşk? İnsanın doğasından mı kaynaklıdır dersiniz bu arzular?

Yalnız yaşamamalı, yalnız ölmemeli insan.
N.

1 Şubat 2013 Cuma

Barış Manço 'ya Mektup-2

İnsan nasıl senin gibi olabilir abi? Genle mi olmalı, yoksa öğrenilebilir mi?

Barışı, huzuru, mutluluğu ve en derin hüznü daha net anlatabilen insan var mıdır dersin, senden başka tabi? İnsanın ruhuna dokunabilmek için önce insan mı olmak gerekir? İnsan nasıl olunur? Ben çok küçüktüm sen gittiğinde, biraz beklesen olmaz mıydı? Belki büyür seninle sohbet etme şerefine nail olabilirdim bir gün..

Ben seni özlüyorum, sen herkesi özlüyorsun diyeceksin; e napayım duygularımla yaşıyorum. Sen özlemiyor musun yani bizi? Neler yapıyorsun orda? Cennet coşuyordur seninle. Gerçi bi sen yoksun, mükemmellerin hepsi hemen hemen orda, yıkıyorsunuzdur ortalığı. Cem Abi'yi de aldın yanında, keyfine diyecek yoktur.

Uzatmak istemiyorum. Çok özledim, sadece bunu bil yeter.

Bak adam ne yapmış. King di mi? Bence de king bi adam.





Seni seviyorum.
İstesem de doğduğun günü hatırlayamıyorum, özür dilerim.