25 Mayıs 2013 Cumartesi

Victor Hugo - Notre Dame'ın Kamburu

Kitabın başından sonuna kadar o 16 yaşındaki aklı bi karış havada, insanları tanımayan ve herkesi kendi gibi sanan, olayları tartamayan ve ciddi manada sırılsıklam aşık o kızın Quasimodo'nun değerini bilmesini bekledim.

Nerden duydum bilmem, kitabı okuyana kadar Esmeralda'yı hep prenses zannediyordum ve çirkin; (Hugo'nun değimiyle) eciş bücüş, tek gözü gören, sağır ve topal Ouasimodo'ya aşık olduğunu düşünüyordum.  Yanılmışım.


Victor, Claude Frollo'yu büründürdüğü Peder karakteri ile; bastırılmışlık duygusunu o kadar mükemmel anlatmış ki.. (O karakter şu şartlarda Türkiye'deki bi imamı anlatsa, hükümet Victor'u asar) Cesaretine hayran kalmamak elde değil. Ve aslında karakterler; olayın örgüsü; karakterlerin gerçekleşenlere karşı verdiği tepkiler o kadar sinir bozucu ki.. Hadi diyorsunuz artık, "Hadi bişey söyle şuna, bi cevap ver" "Lütfen" ama kimse sesinizi duymuyor tabi. Alıyor başını gidiyor Hugo..


Saygılar Bay Hugo.
Quasimodo! Üzgünüm! Ben seni severdim.

Okuyucuya da sevgiler.
Öperim.
N.

Dipnot: Victor Hugo, bakımsızlıktan yıkılmak istenen Notre Dame Katedraline dikkatleri çekmek ve katedrali yeniletmek için romanı yazmıştır. Roman insanların içine öyle bir işlemiştir ki gerçekten Quasimodo'nun orda yaşadığını düşündürmüşütr halka ve Katedral yıkılmamış aksine yenilenmiştir.

21 Mayıs 2013 Salı

Fiodor Mihayloviç Dostoyevski - Budala (İzmir Dt)

Sahnede görkemli bir Rus kadrosu. Türkçe konuşuyor olmasalar cidden inanacağım Rusya'da olduğuma.

Kitabı oyundan çok çok önce okumuş bulunduğum için aslında bi yerde oyun bana yetmedi diyebilirim. Daha uzun, daha uzun sürseydi keşke.

Dostoyevski'nin oluşturduğu Prens Mişkin karakteri tam bir ahlak ve ruh dengesine ulaşmış olgun bir insan tipidir ve Dostoyevski'nin yaşadığı dönemin sorunlarına ve değerlerine tepkisinin simgesidir.
Bunu en iyi şekilde sahneye yansıtmışlar ve tüm kötülüklere karşı her zaman saf ve iyi niyetli duygularına rağmen daimi olarak kaybediyor sevgili Mişkin.

Oldukça olağan şekilde Nastasya Filippovna'ya duyduğu tutkulu aşk ve Aglaya Yepançin'e hissettiği ölümcül sevgi arasındaki sıkışıklığı insanın resmen kalbini parçalıyor, yardım etmek istiyorsunuz; sahneye çıkıp sarılmak; "hayır Mişkin bu kadar üzülmemeli, bu kadar yıpratmamalısın kendini, görmüyor musun dünya hiç de senin gibi değil" deyip ağlamak istiyorsunuz. Tabi ki biliyorsunuz, sahnedeki tamamen bir oyun ama olmuyor..

Benim favorilerimden biri Dostoyevski tamam. Ama cidden kayırmıyorum.
Okuyun, seyredin.
Lütfen.

Sevgiyle kalınız Fiodor, Prense selamlar.
N.


17 Mayıs 2013 Cuma

Stickman'e

Bak; aklımdan onca şey geçiyor gün içinde, hep yazcam bunu, bunu da yazcam diyorum sonra bi bakmışım ki unutmuşum. Ya da o şeyi öyle bi yazıyorum ki kimse okumuyor, çünkü çok uzun; sıkılıyor insanlar.

Sonra yazdığım hiçbir şeye kimseciklerden yorum falan gelmiyor, bakıyorum birsürü kişi bakmış, okumuş faydalanmış sonuç olarak, ama bi "uğraşıp yazmışsın sağol" diyen yok.

Bi de sana çok gıcık oluyorum Stik. Neden diceksin, yazmak istediklerimi sen öyle kısa, güzel ve komik yazıyosun ki hem çok gülüyorum hem de sonra düşünüp deli gibi kıskançlıktan ölüyorum.

Bu kadar.

Hadi öptüm.
N.


İşte! Aşık olduğun kadınla sevişeceksin.

-Neden benimle sevişmiyorsun?
-Seni bi daha görememekten korkuyorum..
-Bana aşık değil misin? İşte! Aşık olduğun kadınla sevişeceksin.
-Aşığım o nedenle istemiyorum zaten.
-Saçmalıyorsun.
-Sana sarılsam, gitmeyeceksin. Seni öpsem, gitmeyeceksin. Sevişirsek ve bir gün benimle seviştiğin için pişman olup bir daha benimle görüşmemeye karar verirsen?


Şu sıralar fazlaca sevişmeli şeylere takmış olabilirim. Ama bu repliklerin gerçek olması gibi bir olasılık var mı allah aşkına?
Geçiniz bunları.

N.

İbrahim Tatlıses'le öpüşmek!

İbrahim tatlıses in programı varmış ve ben de onu seyrediyor muşum. (Ben?) Öyle bir dalmışım ki. bi fark ettim adamla gözgözeyiz sonra bi anda dudaklarıma yapışıverdi.

Ben böyle korku, böyle büyük bir irkilmeyle daha önce bir uykumdan uyandığımı hatırlamıyorum sevgili insan arkadaşlarım. Öyle korktum ki cidden ibrahim tatlısesle öpüştüm diye anlatamam, direkt kelimeler kifayetsiz kalıyor :D

Sabah sabah böyle bir korkuyla uyanmak berbat bişey; yeniden uyumaya çalıştım ama yok, bir türlü motive olamıyorum.

N.

9 Mayıs 2013 Perşembe

Kathryn Harvey - Kelebek

Fuardan aldığım ikinci kitap Kelebek'ti. Ölüm İçgüdüsü'nden sonra onu okumaya başladım ve iki buçuk günde bitirdim diyebilirim.

Bu kitaptan sonra şuna karar verdim, ciddi manada; dönem yazarlarımız cinselliği kitaplarının satılması için kullanıyor olabilir. Grinin Elli Tonu vs gibi kitaplarda gördüğümüz gibi.

İki ayrı konu olarak başlangıç yapıyor kitap; küçük bir kızın hayatı ve Kelebek'e üye birkaç kadının yaşadığı fanteziler, ortalara doğru hikayeler birleşiyor ve "Ooooo" diyorsunuz. Gerçi ben tahmin etmiştim kurucuyu, ciddi manada absürt bir karakter.

Fakat şunu önemli bir ayrıntı, kadınlar yahut erkekler için okunması gereken bir kitap haline getiriyor yazar bu  net cümleleriyle. Şu, kadınların cinsel manada neyi arzuladıklarını, nasıl şekilde sevişilir ya da kendilerine nasıl şekilde davranılırsa içlerindeki arzunun uyanacağını en güzel kelimelerle anlatıyor ve kesinlikle haklı.

Bir nokta var ki çok acayip, bir insan seneler boyunca ve kendi hayatını yaşamayacak kadar kin duyabilir ve intikam almak isteyebilir mi?

Okumanız dileklerimle.

Sevgiyle kalın.
N.

Dipnot: Fanelli'nin üst katı gerçek olsa inanın ki ben de gitmek isterdim. İyi hikaye Katryn Harvey.

7 Mayıs 2013 Salı

Jed Rubenfeld - Ölüm İçgüdüsü (Bir Sigmund Freud Romanı)


20-28 Nisan arası İzmir’de Kitap Fuar’ı vardı. Son gün, maalesef son iki saat kala gidebildik. Üç kitap aldım, bu da onlardan biri.

Sürükleyici kitap diye bi şey vardır hani. 68. Sayfaya kadar kitabı resmen halatlarla ben sürükledim, hadi diyorum biraz daha.. Uğraş! İşin içinde Freud var. Var mı acaba? Birçok an; “Sanırım Freud falan yok burda, ilgi çekmek için mi yazdılar nedir bu ya” diyerek resmen sövdüm Rubenfeld’a. 69. Sayfadan itibaren de özürlerimi sundum içten içe yankılanan küfürlerim için.

Elimden geldiği kadar çok sayfa okumak için uykularımla savaştım son üç gündür, nihayet bitti. Birkaç noktada bulunduğum çıkarımlarda yanıldım, özellikle Colette’in kayıp yüzbaşısıyla olan ilişkisi konusunda ve Luc’un suskunluğu tabi.

16 Eylül 1920’de Wall Street’in bombalanmasıyla başlıyor olaylar zinciri. (Kitabı okuyacağınızda lütfen 68. sayfaya kadar direnin) İşin içinde savaştan yeni dönmüş, DR Stratham Younger; dostu, New York Polis Teşkilatından dedektif Jimmy Littlemore, müthiş güzel bir kadın; Fransız, radyoloji uzmanı Colette Rousseau,  savaşta anne ve babalarını kaybettikten sonra hiç konuşmayan Colette’in kardeşi Luc ve çok değerli Sigmund Freud.

En başta biribiriyle örüntülü olaylar gibi gelmişti bana, sonra bu düşüncemden vazgeçirdi beni Bay Rubenfeld sonra çok şahane bir ters köşe ile tüm olaylar yine birbirine bağlandı.

Yakışıklı doktorumuz Younger ve Colette’nin diyalogları iple çektim hep; aralarındaki durum nereye gidecek, nasıl bağlanacak ilişkileri diye fakat bundan daha fazla merak ettiğim bir şey vardı kitabın sonuna kadar.. Luc ve Freud’un vardıkları ya da varmaya çalıştıkları nokta.

Psikanaliz konusunda hep büyük bir merakım olmuştur, tabi işin içine sadece okuduğum kitap ya da analizlerle girebildim ama psikanalizin oldukça etkili bir psikoterapi yöntemi olduğunu düşünüyorum.  Luc’un sessizliğinin nedenini bulan Freud,  bu bilinçdışı engellerden onu kurtarmış ve yeniden konuşmasını sağlamıştır.

Kitabı gerçek ve kurgunun bir arada işlendiği, belirsizlik ve karmaşanın hakim olduğu ve psikanaliz konusunda okumak isteyenlere şiddetle tavsiye ediyorum.

En kısa zamanda Rubenfeld’in “Bir Cinayetin Psikanalizi” kitabını da alacağım.

Öperim.
N.

Dipnot; Kitaplarınızın devamını bekliyorum Bay Rubenfeld, lütfen yazın.

                                          

6 Mayıs 2013 Pazartesi

Woody Allen - Tanrı

Nisan 26'da Woody Allen'ın Tanrı adlı oyununa iki biletim vardı. Aklıma gelen herkese benimle gelmesi için teklif sundum, tek bir kişi hariç kimse gelmedi. Çok şey kaçırdılar.

Tam bir vodvil. Sizi deli gibi güldürürken sorduğu sorular; "Bi dk şuan düşünmiyim ama düşünmemem gerek, not almalıyım" düşüncesine yönlendiriyor. Sonra düşünüyorsunuz, çok ince bir çizgiye yerleştirmiş Bay Allen her şeyi..  Gülüp geçebilir birçok insan "Aaa ne dedi bu? neyse ya hahahah.", seçici olanları çok ince bir çizgiyle ayırmayı hedeflemiş olabilir; bence çok da mantıklı; böyle bir şey yaptığınız zaman kaliteli seyirciyi (kaliteliden kasıt, seyreden, okuyan ve düşünen seyircidir), bir üst noktaya taşırsınız; ya da buna yardımcı olursunuz.

Ben dinlerle ve Tanrı ile sorunum olduğu için gittim, soruları aklımı da oldukça kurcalıyor.

Tanrı var mıdır?
Tanrı varsa, insan eylemlerinden sorumlu tutulabilir mi?
Özgürlük karmaşa mıdır?
İnsanın ve insanlığın geleceği için kadere ihtiyaç var mıdır?
Sistemin ve politikacıların entrikaları gerçeği örtmeye yeter mi?

Bir sahnede Tanrı oldukça içkili ve bulunduğu noktaya yığılıyor. Başına üşüşenlerden biri çok dramatik bir cümle kuruyor. "Allah'ım!Tanrı öldü."

Bence kesinlikle seyredin bu oyunu. En azından soruları aklınızı karıştıramasa da deli gibi gülmüş olurzunuz, bakarsınız sorunun biri de takılıverir aklınıza.

Öperim.
N.


                                        

1 Mayıs 2013 Çarşamba

Sir Artur Conan Doyle - Sherlock Holmes / Ölümün Sesi



Dün sabah bitirdim kitabı, son sayfalara yaklaştıkça bitmemesi için neredeyse dua edecektim :) Garip bi boşlukta hissettim kendimi bikaç saat.

Serinin 4. ve son kitabında olaylar şöyle.

Sherlock Holmes Ölüm Döşeğinde

Holmes'ün kimyasallarla kendine bişey yaptığını, daha doğrusu bir hastalığın nasıl gerçekleşebileceğini denediğini sandım önce. Sonra Watson'a doktor çağırmasını söyledi (onun bu konuda yetersiz olduğunu dile getirip).

Holmes ölüyordu ama daha ilk hikayedeydim, ölmemesi gerekirdi.. Cee! tam da tahmin ettiğim gibi bir roldü bu ama kimyasallarla yapmamaştı bu rolü tamamen kendi oyunculuk yetenekleriyle ve katil bir doktorun kendi suçunu itiref etmesini sağlamıştı.

Asil Bekar

Henüz evlenmiş bir Lord Robert St Simon'un henüz evliliğin ikinci günündeyken eşinin öldürülmüş ya da kaçırılmış olabileceğini düşünerek Holmes'e gelmesiyle başlıyor ve Holmes müyhiş bir hızla davayı aydınlatıyor. Lord artık yalnız yaşamak zorunda çünkü sevgili eşi öldü sandığı aşkıyla birlikte.

Mavi Yakut

Kontes Morcar'ın Mavi yakutu çalınmıştır ve tesadüf o ki olaylar bu yakutu Holmes' getirmiş, o da Watson'la birlikte garip bi hikayeye şahit olmuştur.

Dans Eden Adamlar

Bay Hilton Cubitt'in maalesef ölümüyle biten hikayede evinin her tarafında bulduğu dans eden adam figürlerinin esrarıyla hiç olmazsa Holmes katilin kim olduğunu bulabiliyor. Bay Cubbit'in yaşaması için yetişememesi tam bir aksilik ya da Londra'nın erken biten tren seferlerinden kaynaklı diyebiliriz.

Sarı Surat

Bay Munro'nun sevgili eşinin kendini aldattığını düşünmesiyle başlayıp Holmes'e gittiği vakka, Holmes'ün bu sefer yanlış düşündüğünün tam bir kanıtı. Ve olayların sanıldığı gibi olmadığını anladığında Bay munro, daha büyük bir aileye sahip oluyor.

Kayıp Rugby Oyuncusu

Tarihi olduğunu düşündüğü bir maçta en iyi oyuncusunu kaybeden Bay Overton, çaresizlik içinde Holmes'ün yolunu tutar. Olay aydınlandığında maç sona ermiş; Bay Overton maçı kaybetmiş fakat daha da üzücüsü kayıp olduğu sanılan Bay Staunton'un sevgili eşi onun gözleri önünde yaşamını yitirmiştir.

Tavşan Dudaklı Adam

Ölümle Randevu adlı serinin ikinci kitabındaki, Yüzü Yaralı Adam'ın hikayesiyle aynı hikayedir.

http://hayattan-muaf.blogspot.com/2013/04/sir-artur-conan-doyle-sherlock-holmes.html?token=Fr78YD4BAAA.2oq3cWT7yvjKLSlkH2tY9g.qxJiB-U0mAsm6C7JzV9_sA&postId=5441729248099460238&type=POST

Sanırım yayın şirketi hikayelerin içeriğini okumamış :D

Beş Portakal Çekirdeği

Bay John amcaından kalan büyük servetin yanında maalesef onun peşindeki bir örgütle de muhattap olmak zorundadır. Holmes'e gider ve oradan eve dönerken akıllıca tasarlanmış bir planla hayatı sona erer.  Holmes üzgündür ve bu örgütü onların yöntemleriyle tehdit eder. Fakat hikaye netlik kazanmamıştır.

Borsa Katibi

Borsa katibi olan Bay Hail Pycroft üzerinden oynanan akıllıca oyun, büyük bir banka soygunuyla sona erer Holmes olayı henüz öğrenmişken.

Benekli Kordon

Şiddet yanlısı bir üvey babanın yanında korku içinde yaşayan iki kız kardeşten birinin ölümüyle hayatta kaln bayan Holmes'e gider. Büyük bir korku içinde yaşadığı bellidir, Holmes ve Watson olayı büyük bir titizlik ve zekayla hallederler ve şiddet en sonunda üvey babanın kendi planıyla ölmesine neden olur.

Yunanlı Tercüman

Watson, Holmes'ün ailesiyle ilgili o zamana kadar hiçbir şey duymamıştır hatta onun yetim olduğunu düşünmektedir ta ki Holmes abisi Mycroft'tan bahsedene kadar. Mycroft'u ziyarete gittikleri o gün abisinin yunan arkadaşlarından birinin bir tercümanlık işi için kaçırıldığını öğrenir ve bu işin peşine düşerler. Olayın sonunda sağ kurtarmayı başardıkları bir tercüman, kaçırılan bir kadın ve onun öldürülen abisi vardır.

Beril Taç Davası

Bir banka sahibi Alexander Holder, bikaç gün önce takas için kendine verilen ve ülkenin manevi değerlerinden biri olan Beril Tacı'nın (saydam, çoğu yeşil renkli berilyum ve alüminyum silikat)  taşlarından üçünün kaybolmasıyla Holmes'e gelir. Oğlundan şüphenen adam, Holmes'ün yetenekleriyle düşüncesinde haksız olduğunu acı bir deneyimlemeyle öğrenir.



Ve Holmes biter.
Holmes'ü öldüremeyeceğini bilen Doyle hikayeleri bitirme yolunu seçmiştir.
Kişinin gözlem ve çıkarım yeteneklerini kesinlikle geliştireceğine inandığım Holmes hikayelerinin bitmesine üzülmedim diyemem. İyi bir iş çıkartmış doğrusu Doyle.

Sevgiyle kalın.
N.

Dipnot; Seri benim de sırayla gittiğim gibi,
1- Panik
2- Ölümle Randevu
3- Şüphe
4- Ölümün Sesi. Şeklinde devam etmektedir.



Sir Artur Conan Doyle - Sherlock Holmes / Şüphe

Nisan 26'da bitirsim Şüphe'yi. İki hikayesi mevcut,

1- Korku Vadisi,

Birlstone Köşkü'nde gerçekleşen vahşi bir cinayet söz konusu. Bay Douglas'ın ölümünün eşi üzerindeki etkisi ve evdeki kayıp bir dambıl sayesinde Holmes'ün çözdüğü bir dava.

2- Baskerville Laneti,

Diğer hikayeler de müthişti tabi fakat bu hikaye beni beni en çok etkileyeni. Hugo Baskerville'le başlayan inanılması çok güç, oldukça ilginç bir lanet tüm aileyi yok etmiştir. Bu laneti çözmek çabasında olan Watson ve Holmes'ü bile korkutan olaylar mevcut bi hikayede. Holmes'ün çıkarımları ve müthiş gözlem yeteneği sayesinde gün ışığına çıkan olay ailenin son ferdi gibi görünen Henry Baskerville'in nredeyse ölümine mal olacaktır fakat ucuz kurtulmuş olan Henry öğrenir ki geri kalan tek fert kendisi değildir.

Kesinlikle okumanızı tavsiye ediyorum.
Sevgiyle kalın.
N.