17 Aralık 2020 Perşembe

Yanlış çocuk öldü

 Birkaç gün önce bir arkadaşla sohbet ederken, sanırım çocukluğun nasıl da travmalarla dolu olduğundan bahsediyorduk. Aklıma şu kendi kendime sonlandırdığım yakın arkadaşlık ilişkim geldi. Anlattım ve neden beni bu kadar etkilediğini bir türlü çözemediğimi de ekledim. O günden beri de kafamda döndürüp duruyorum neden bu kadar zordu, sürekli temas halinde olmamamıza rağmen neden bitmiş olmasını zor kabullendim ve sarsıldım. Sevgi sevecenlik vardı evet ama samimiyetten çok zaman uzak bu ilişkinin bitmiş olmasını kabullenmekte neden bu kadar zorlandım? 

Geliyorum dün geceye. Aşkın celladını okuyorum hala. Tüm sorunlar bir şekilde ölüm korkusuna çıkıyor. "Anne veya babayı ya da çok eski bir arkadaşı kaybetmek çoğu kez geçmişi kaybetmektir: ölen kişi çok eski dönemlerin değerli olaylarının yaşayan tek tanığı olabilir." Hoppalaaa. 

Türkiye'ye 5 yaşında geldim ve ilk gördüğüm yaşıtım insan bu kişiydi. Yani, Varna'yı saymazsak neredeyse yaşamımın başlangıcını temsil ediyor. Heyhat! kendi yaşamımı öldürmüşüm, ya da en azından küçük bir provasını yapmışım, bence küçük de değil oldukça büyük bir prova. 

Tüm gece düşündüm, bir yakın arkadaşım kaldı geriye ve yakına yakın diğer arkadaşlar, hangisini kaybetsem üzülürüm bu kadar? Hiçbiri. Hatta o kadar düşündüm ki en yakın arkadaşımı gördüm rüyamda, kendi ellerimle onu başka kızlara teslim ediyorum arkadaşı olmaları için. 

Ve bu eski yakın arkadaşımı düşündüm, hayatımdaki herşeyimin tanığı, eğlenceli geçen tüm çocukluğum, zor geçen tüm çocukluğum, asi, özgür, maceraperest, güçlü, dayanıklı, sevgi dolu olan o kız çocuğunu o kadar iyi biliyor ki, onun kadar bilen başka hiçkimse yok. Kardeşim, kuzenlerim dahil ve diğer tüm arkadaşlarım, hiçbiri bilmiyor. Ve onunla ilişkimi bitirmeyi çok sevdiğim çocukluğumu terk etmiş, bir başına bırakmış, yok etmiş bir nevi öldürmüş olmakla ilişkilendirmiş ve tüm insanlar gibi ölümden korktuğum için de onu bırakmakta zorlanmış korkunç acılarla kıvranışımın nedenini bir türlü kavrayamamıştım. Ne yapacağımı bilemesem de, artık nedenini biliyorum. 

İşin çok garip de bir yanı var. Onun bu ilişkiyi bitirdiğimden haberi yok, iletişimimiz olduğu gibi devam ediyor, senede birkaç yazışma, gelince görüşme. Değişen HİÇBİR şey yok. Belki buradan da gerçek problemimin onun arkadaşlığı vs değil çocukluğumun terk edilmesini tekrar çıkarabiliriz. 

Öperim.

N.

14 Aralık 2020 Pazartesi

Maske

Her sene hasta olurum ya da iki senede bir ama çok ağır. Yatarım böyle ölü gibi iki gün sonra dirilir hayatıma devam ederim ama o iki gün mutlaka yatak. Sadece tuvalet için, yemek yemek ya da ilaç içmek için çıkarım. 

Home office çalıştığım için, kışın soğuğu, mikroplar, hasta insanlar, aksıran tıksıran bunu yaparken ağızını kapatmaya bile gerek duymayan yaratıklarla pek az haşır neşir olurum. Sergi görmeye inerim Alsancağa, birkaç arkadaşla buluşmaya ya da kitapçıya, haftada bir mutlaka. Allah ne çile, otobüsü ayrı izbanı ayrı, her eve döndüğümde verir veriştiririm, hastaysan dikkat et arkadaşım, suratıma doğru bari öksürme, az nezaket. Bu ağır hasta olmalarım da mutlaka toplu taşımalardan sonradır. Öyle titiz insan değilimdir asla ama toplu taşımada öksüre, hapşıra, burnu aka aka gezenlere de hiç sempatiyle bakamıyorum. 

Yahu bunca senedir uyuz olduğum bir konu bu. Nasıl aklıma gelmez şimdiye kadar maske takmak. 
Maske ya bu kadar basit bir icat. Nasıl aklıma gelmez? Kültürde yoktu, artık var. 

Bundan sonraki hiçbir kış toplu taşımada maskesiz göremeyeceksiniz beni. Geçmiş olsun. Makyajlar da yandı.

7 Aralık 2020 Pazartesi

17 yaşında İzmir'den Urfa'ya nasıl gittiğimin kısa öyküsü hahaha

 Lisenin bittiği yazdayız. Halkoyunları ekibinden hocamız aradı. Salihli ekibiyle urfaya gidilecekmiş festivale, sen de gelir misin dedi. Tabii dedim, peki iki kız daha ayarlayabilir misin ekipten? Tabiki ayarlarım. Tamam dedin ama ailen ne der? İkna ederim hocam. 

Akşam geldi annemle babam. Dedim ki, urfaya gidiyoruz salihli ekibiyle 10 gün. 'Gidiyoruz mu?' dedi babam. Evet babiş. Kahkahalar uçuşuyor sonrasında ciddiyet. Bize sorman gerekmez mi? Sorsam ne olacak ki, ikna ederim ben sizi, ne gerek var niye uğraştırıyorsunuz? İzin vermezsek? Anne noooolur, babiş noooolur yaaa. Gideceğim işte niye böyle yapıyorsunuz? Kahkahalar. 

Giderim ve kapanış. 

Ölüm Hakkında

Metne başlarken önceki metin başlığı gözüme ilişti 'ölüm korkusu' . Buna sonra döneceğim.

Aylin'in armağan ettiği Irvin Yalom'un Aşkın Celladı'nı okuyorum . Neredeyse tüm psikoterapi öykülerinin bağlandığı nokta ölüm korkusu. Kafamda bir metin vardı, dün gece okuduğum bir cümle ile şekli biraz değişti. Terapinin sonu ölüm korkusuna bağlanınca, Yalom hastasına; yeteri kadar yaşamayanların ölüm korkusu yüksektir diyor. Tabiki bir korku olmalı ama kaygıya dönüşmemeli diyor. 

Her yaşımda mutlaka benden büyük birilerinden duyduğum bir cümledir, 'Yaşayabileceğini yaşa; herşey gençlikte.' Haklı mısınız bilemem ama öncelikle toplum buna müsade eden bir yapıda değil. Öyle gençlikte gerçekten içinden geldiği gibi yaşarsan ilk yapacakları şey yaftalamak olur. Bu coğrafya özgür bir cinselliğe açık değil ve olmadığı sürece ' yaşının kıymetini bil.'vs gibi laflar safsata kalıyor. Çünkü gençlik cinselliği öğrenmeyi de içinde barındırıyor. Halbuki bizde bastırılıp, yaşatılmıyor. Bu nedenle de her yer sapık dolu. Şu 'yaşayabildiğini yaşa' diyenlerin de kastettiği gizli yaşa herhalde. :D 

Ölüm korkuma gelelim. Daha önce de düşündüm üzerine, önceleri birşey bırakamamaktan endişe ederdim, üretilmiş bir iş, bir eser. Unutulup gitmek bana çok acımasız gelirdi ve kıyamazdım kendime, birşey yapmalıyım derdim. Sonra baktım koca Dostoyevski, Tolstoy bile günün birinde unutabilir. Sonsuza kadar var olamaz hiç kimse. Her şey bitmeye mahkum. Herkes unutulmaya. Yalnız zaman farkıyla, biri 5 yıl sonra unutulur diğeri 5 bin yıl sonra. Dedim ki kendime, bir eser bırakamamaktan korkma, bak dünyaya sadece şu an 8 MİLYAR insan var, hadi korona 1 buçuk milyonunu eledi; hangi biri hatırlanacak. Kendimi sürüye dahil edince bir rahatladım, kalabalığın arasında kayboldum. Ölüm korkum da kayboldu, daha doğrusu öldükten sonra hatırlanmama korkum. 

Dönem itibariyle nispeten genç olduğum için daha az düşünüyor olma ya da kendime şimdilik uzak hissediyor olmakla beraber, okuduğum öykülerde çok genç insanlar da yoğun şekilde bu korkuyu yaşıyor. Ölme korkusu konusunda daha rahat olmamın nedeni pek çok insana göre gerçekten istediğim gibi yaşamış ve hala yaşıyor olmak. eh eksikler her zaman olur ama büyük ölçüde hakikatten ne istediysem onu yaşadım hep. 

Basit bir eylem gibi dursa da irade isteyen bir iştir, okudum. Küçük yaşımdan beri okullarımdaki insanlarla iletişim gerektiren faaliyetlere hep katıldım. Bu faaliyetlerin de vasıtasıyla ülkenin pek çok şehrini dolaştım, ailemin itirazlarına rağmen. Laf olsun diye itiraz ettiklerini düşünüyorum tabi şu an :D bununla ilgili kısa bir öykümü yazacağım sonra. Hatta bazen sırf gezip görebilmek için kendime bu faaliyet alanlarını özellikle seçtiğimi düşünüyorum, bilinçli olarak değil tabi. Aşık oldum, aşık olundum, güzel ilişkiler de yaşadım, berbat ilişkiler; terk ettim, terk edildim. Ama yaşamaktan kaçmadım, korkmadım. Kötüyse kötü yaşayayım ders olur, yeter ki pasif durmayayım. 60-70 yaşına gelince abartmayayım da :D büyük çoğunluğu dernekçilik yapar ben 2oli yaşlarımda dernekçiliğin içindeydim tonla görevim vardı, koştururdum. Mesleğim de öyle. Sürekli yeni yerler görmeye, keşfetmeye, galeriler, müzeler, şehirler, insanlar, dış dünya ve iç dünyamı keşif için çok uygun bir meslek. 

Hani toplasan içimde ukde kalan az şey vardır. Belki bu nedenle yani gerçekten yaşadığım için daha az ölüm korkusu duyuyorum. 

İlk cümleye döneyim. İyi korkmuyorsun anladık da, bak kaçıncı seferdir ölümden bahsetmişsin. Hayırdır?