27 Haziran 2011 Pazartesi

Wisconsin Dells - İzmir

İzmir'desin, Haziran 27; yazın ortası olmalı ve deli sıcaktan kavrulmamız gerekirken bu kıç donduran soğuk niye? Ben hiç mi buz gibi bira içemeyeceğim?

Bu soğukta diken diken olacak bir tüyüm bile yok, ne cesaret; helal olsun bana. Kendimle gurur duydum bu akşam.

Seni çok özledim Vlat.

+1 Yıl, Özlemek varken, tüm çırpınışlar çaresiz.

Ufaklığımdan beri hayatımdaki hemen herkesin doğum gününü öğrenmiş ve burcuna göre, “Şu şunu yaparsa kızmamak lazım, e doğasında var napalım.” Derdim. Hepsinin de doğum gününü kutlar şaşırtırdım onları, nerdeyse 365 gün kutlanacak bir doğum günü vardı. Mutlu olduklarını hissederdim ve ben de haz duyardım onlara bunu yaşattığım için. Sonra baktım ki nerdeyse 10-15 yıla yakın hep doğumunu kutladığım insanların beni pek umursadığı yok. Başlarda karşılık beklemezdim yani son iki yıla kadar, sonra “Bu insanlar hiç mi merak etmez, bunca yıl tek bir sefer kaçırmadım; insan biraz nezaketli olup bana da bir mutlu yıllar demez mi?” diye düşünmeye başladım. Çok da bir önemi yoktu belki kutlamalarının ama, nezaket bekliyordum işte. Vazgeçtim bu işten. İki yıldır bana yakın nerdeyse sadece 9 kişiden başka hiç kimsenin doğum günü umurumda değil. Hatta baktım kim hiç kaçırmadığım doğum günlerini artık hatırlamakta zorluk çekiyorum.

Hepimiz büyüyoruz, farkındalıklarımız gelişiyor, değişiyor; eskiden müthiş önemli olan şeylerin artık hiçbir ehemmiyeti yok. İnsanlar unutuluyor, yaşanmışlıklar, paylaşılmışlıklar unutuluyor.


Haziran 9’dan beri içtiğim biralar öyle acı ki.. Arpası Ankara’nın mıdır, İstanbul’un mudur Yoksa özlemenin midir bilmem.


Sevgi, sağlık ve güvenle kal Vladimir Valentinov Sergeyev.

Seni çok seviyorum.

Nadejda Svetoslavova İvanova 

24 Haziran 2011 Cuma

Kadınlar Erkekler İlişkiler ve Çelişkiler - Kaan Erkam


Geçen gün bir mail geldi Grupfoni’den. Fransız Kültür Merkezi’nde bi oyun varmış(Bizim kendi insanımızı ağırlıcak Kültür Merkezimiz yok da Fransizlar ağırlayıveriyor..) Daha önce ne yalan söyleyeyim adını duymadığım ya da dikkat etmediğim bir adam yazmış; Kadınlar Erkekler İlişkiler ve Çelişkiler. Bi de bi not: yazan ve sahnede iki saat ter döken ben gibi birşey. Ben zannediyorum adam da oynuyor, ekipte 3-4 kişi falan var ha diyorum kesin bi kadın oynayacak da, kaç erkek oynayacak acaba? Bilet %60 indirimli. 25 TL yerine 10 TL olmuş, kaçar mı? Zaten Devlet Tiyatrosu da perdelerini kapadı, koca kış topu topu dört oyuna gidebildim; iş çıkışlarım çok geçti o sıralar hep ağlardım gene gidemicem oyuna diye, en son Mart’ta gitmişim Jeanne D’arc’ın Öteki Ölümü, harika oynamış Şebnem Doğruer. Ha sonra gitmedik mi oyunlara gittik tabi ama Devlet Tiyatrosu gibi olmuyor, giriş uzuyor çıkış uzuyor, oyunda konuşan, telefonu çalan, hatta oyun ortasında kapıdan içeri giren… ne ararsan, o nedenle Devlet Tiyatrosu’nun disiplinini çok seviyorum..
Dün oldu gittim F.K.M’ye. 5 dk kalmış oyuna içeri gireceğiz tam, önümde Harley Devitsın gömlekli bi adam gidiyor bi de deri ceket var üstünde, iri yapılı sakallı bişey. Ben hayvani bir ön yargıyla “Helal olsun adama, kim buna Tiyatro seyredecek tipi var diyebilir” diye düşünüyorum içimden. Kapıda Grupfoni’den bilet alıp rezervasyon yaptırmayan arkadaşlar ve görevliler arasında çıkan sürtüşmeler uzadı ve oyun anca 21:00’ doğru başlamış bulundu

Sahneye bi adam çıktı önce. “Bir sanatçı böyle mi karşılanır” dedi girdi içeri yeniden çıktı. Konuşuyor, hayatından; oğlundan bahsediyor, çok eğlenceli şeyler anlatıyor ve ben kendi kendime yine “Bunları bu kadar eğlenceli anlatıyorsa kim bilir oyun ne komik olur” diye düşünüp artık başlaması için yalvarıyorum. (23:38’de salondan ayrılana kadar başlamadı oyun :D) belki kahkahalar içinde bi on dk geçtikten sonra fark ediyorum ki bu, dışarıdaki harley devitsın gömlekli deri ceketli oyunu izlemeye gelen adam? Ön yargıma bak :D Bu tip tiyatro seyretmeye gelmiş vaaay derken adam oyuncu çıktı. J Sonra “Sanatçı böyle mi karşılanır” tripleri sanatçı böyle karşılanmaz evet  ama aynı zamanda sanatçı dediğin da senin gibi insanların arasında fink atmaz, kuliste saklanır; kaçar halktan; normal insan sandık seni napalım, sana yanlış öğretmişler. :D

Gülmekten kendime zor geldim. Koç burcunu bir anlattı, ben bu adamla bişey yaptım da haberim mi yok dedim resmen :D Bi insan hiç beni bu kadar net tanımlamamıştı açıkçası :D . Baba dedim büyüksün, çok görmüş geçirmiş bi adam besbelli. Tecrübeleri oldukça sabit.

Şiddetle tavsiye ediyorum ha biz özgür bi kent olduğumuz için bize sansürsüz oynadı, size nasıl oynar bilmem ama bilgilerini vereyim, imkanınız varsa gidin; hem de koşarak :D




http://www.kaanerkam.com/

http://www.odatiyatrosu.com/flash.html

Saygıyla Eğiliyorum Kaan Erkam.
Teşekkürler

21 Haziran 2011 Salı

..


Durduramam kendimi bazen içimde deli gibi ağlamak isteyen bir şey sürekli dürter beni. Nedenini bilemem ve rahatsız eder beni bu şey. Nedenini bilmediğim için çaresini de bulamam maalesef. İçimi sıkıştırır, özellikle göğüs kafesi kısmımı; nerde geleceği hiç belli olmaz bu şeyin; hiçbir açıklaması yoktur. Yalnızlık mı? Özgürsüzlük mü? Belirsizlikler mi? Yaşayabilmek için içinde bulunduğum zamanı yaşayamamak mı, ya da hissedememek mi yaşadığımı? Sıkışmak mı, arzularım ve insanların o arzularımı tabuları nedeniyle onaylamaması arasında? Bugünün tadını çıkarmak varken geleceği düşünmek mi? Ne istiyorum? Neden var yüreğimdeki bu sıkışıklık?

Ne güzel özetlemiş Sebahattin Ali;
..
“Anlayamam kederimi, bir ateş yakar derimi”
..
“En sevgili emellerim, önüme ölü serilir.”

“Ne bir dost, ne bir sevgili;
Dünyadan uzak bir deli,
Beni sarar melankoli,
Kafamın içersi ölür.”


Ne istediğini bilememek ne kötü..

14 Haziran 2011 Salı

+1



Abimleredeydik dün akşam kuyrukçu olduğum güzel bir bataktan sonra- ki ortalarda olmayı pek sevmiyorum ya en sonda ya en başta olmalıyım; bunu her şey için başardığımı söyleyemem ama, sevmiyorum işte ortalarda olmayı- eve geldim.

Arkadaşı gelmişti kasabadan, abisine anlatacaktı aslında Stephan’ın baldızıyla evlenmek istediğini ama fark etti ki abisi ona eskisi kadar sıcak değil. Vazgeçti. Stephan’a doğru yola koyuldu nasıl anlatacağını düşüne düşüne o sırada da uykum geldi, kapattım kitabı koydum komidine. Saat, 00:27’ydi, sağa dön sola dön bir türlü uyuyamıyordum, ne koymuş yengem bu türk kahvesinin içine de uyuyamıyorum diye düşünürken heralde sızmışım. Gözümü açtım telefon acı acı inliyor,  İngiltere mi? Yok canım, onun bildiği numarayı kapattım ya, Almanya da değil bu; +1 yazıo burada; ABD. Valem mi arıyo?

Büyük bi heyecanla;
-Efendim!
-Canım.
-Aaaaaaa inanamıyorum, çok özledim seni :’(
-Ben de seni çok özledim canım, uyandırdım mı; bu saatte uyumazsın diye düşündüm.
-Hayır uyandırmadın(Oha, nasıl 180 derece döndüm :D). İyi misin? Bi aksilik yok ya?
-Yok yok, iyiyim, biraz sorunlu oldu ama yerleştik, Ali işe gitti bugün ben de yarın başlayacağım.
-…
-….
-…
-Ben seni ararım yine, seni seviyorum.
-Ben de seni çok seviyorum.

Saat, 00:45, demek daha yeni uyumuşum..

Yoksun ya şimdi, yokluğunu biliyorum ya; çok daha çok özlüyorum seni. Her an ağlamaklıyım her an oturup  içesim var. Yanında olabilmeyi o kadar çok isterdim ki… Hiç kimse zerresini bile dolduramıyor boşluğunun. Ben başka arkadaş istemiyorum, seni istiyorum.

Çok az keşke-m oldu biliyorsun, şimdi bu da dahil onlara; Keşke kuş olup uçabilsem yanına; bana ait her geceyi, senin tüm gündüzlerinle geçirebilsem..

Seni seviyorum Vlat.
Nadejda.



13 Haziran 2011 Pazartesi

Sükut altınsa, tonlarca altın istiyorum.



Erkek cinsi ikiye ayrılıyordu benim için; maalesef abiler kısmı ve erkekler.

Maalesef abiler, zekası; kültürü; yaşam tarzı; samimyeti; sevecenliği; vücut yapısı; kaşı gözüyle, kahretsin neden kan bağım var dedirtecek seviyeye ulaşmış insanlar benim için. Onlarla sohbet etmek, oyun oynamak, film izlemek, içmek bu derece mi keyif verir bir insana. Sana hiç seni sevdiklerini söylemezler çünkü söze gerek yoktur, zaten bilirsin seni çok sevdiklerini. O kadar çok isterdim ki erkek cinsiyle abilerimin yer değiştirmesini ama maalesef işte.

Erkekler ise, illallah. İnsan hayatında, özellikle de kadınların hayatında hiç mi hiç olmaması gereken yaratıklardır. Sohbet etmez, kültürü uçkuru ile sınırlı, zekası uçkuruna çalışır, yaşayışı uçkurca.. Sana, ilk günler yahut ilk haftalarda defalarca seni çok sevdiğini söyler lakin kelimeleri ne düşünceleri ne de davranışlarıyla uyumludur. Sen gayet net anlarsın seni sevmediğini sana aşık falan olmadığını ama içindeki, saçma; diğerlerini geçiyorum ama ya bu doğru söylüyorsa düşüncesinden kopamazsın. “Yok yok, bu kesin seviyor.”…. Hoppala, ee hani seviyodu? Sohbet ediyo mu senle, ortam ayırt etmeden sana herkesin yanında aynı mı davranıyo,  aptal değilsindir; aptalsan bile şimdiye kadar yaşadıklarından öğrenmiş olman gerek değerli yahut değersiz olmanın nasıl bir şey olduğunu, sana değer veriyo mu? Düşüncesini, kalemini, kağıdını, ekmeğini, suyunu; lafını bile etmeden paylaşıyo mu seninle? Hayır. Öldün mü erkeksizlikten? Arkana bile bakmadan çekip gitsene, birazcık güven kendine. Abim bana çok değerli bir şey söylemişti, “Bigün bi erkek seni terk ederse; tabi umarım bunu yüzüne söyleme cesareti vardır; ona asla nedenini sorma, tamam de geç. Üzüntüden ölsen bile sakın hiç birşey sorma, söyleme; o adam sana er ya da geç döner.” Abim bana her daim doğruyu söyler, tecrübeyle sabit.


12 Haziran 2011 Pazar

Genel seçim mi?

Erdoğan, hep başbakan; başbakan, hep Erdoğan!..

Akıllanmıcak bu millet arkadaş. Yumurtayı illa kapımıza beklicez.

9 Haziran 2011 Perşembe

Vladimir Valentinov Out!

Hep söylerdin. Hep gideceğim derdin; “Bu sene de başvurdum, çıkar mı acaba?”. Tabi her şeye olduğu gibi , buna da dahildim ben. “Sen de başvur birlikte çıkarsa gideriz”.. Tamam. Birlikte yaşayacaktık orda, tartışacak, eğlenecek, hayıflanacak, bağırıp çağıracak sonra yine birbirimize sarılacaktık; deli gibi ağlayacaktık muhtemelen. İkimizden başka hiç kimsemiz olmayacaktı.

Ben sana hiç inanmadım biliyor musun Vale. Hep, bunların da senin hayal dünyanın ürünü olduğunu; böyle bir şeyin asla gerçekleşmeyeceğini düşünürdüm, ne büyük hata. Hakikaten bir hayal ürünü yarattın şimdi ve gittin. Çooook uzaklara. Hem de bensiz, ben evlenme öncesinde saçma sapan işlerle uğraşırken sen, başını da aldın gidiyorsun anasının Am-erika! ına. Bütüüüüün hayallerinle birlikte. Ne manzara ama. Ben ardından bile bakamadım, çünkü hiç hayallerimin arasına dahil etmedim ben orayı, orda yaşamayı.. Sadece sen söylediğinde ufacık bir kısım canlanıyordu, o da böyle bir şeyin olmayacağını düşünerek; e ne ekersen onu biçersin.

Bu aralar epey boşladım ben hayallerimi, hatta hiç hayal kurmuyorum desem yeridir uzun zamandır. Bundan sonra hayallerimi yeniden alıyorum dünyama onlarla kucak kucağa yaşamaya devam edeceğim eskisi gibi. Bi de çok iyi öğrendiğim bir şey var Valem, sen “Dünyayı yakacağım.”  Bile desen inanacağım. Şimdi gitmiş olman, üç aylığına dahi olsa kalbimi parçalara bölüyor. Sen benim en yakın arkadaşımsın, senin yerini kimse dolduramaz; beraber yaptığımız kahvaltılar, gezmeler, muhabbetler, ton balıklı makarnalar (uzun zamandır bunları yapamıyor da olsak) , tekme tokat birbirimize girişlerimiz, 24 saati asla geçemeyen küslüklerimiz, hiç birşey olmamış gibi “Nadi ne duydum biliyor musun?” deyişlerimiz..
Uzay’da bugün nolmuş, yoook artık.. Astral seyahatlerimiz…

Yokluğunu biliyorum ya, şimdi çok özlüyorum seni çok..

Not: Zencilere fazla bulaşma, aman diyim :D, bi de ters bişey olursa hemen atla gel tamam mı? Orda seni bağlayan hiç birşey yok ama burada sana bağlı bir insancık var.


Bu sefer sağlıkla kal.
Seni çok özleyecek olan insan,
Nadi.