16 Ağustos 2021 Pazartesi

Normal bir insan olamıyoruz.

Haftalar sonra ilk defa rutin bir akşamda gibi hissediyorum. Elime herhangi bir kitap alıp okuyabilecek kadar rutin. 

3 hafta önce Antalya, Muğla ve birçok ilde hatta yaşadığım semtte bile bir anda bir sürü yangın çıkmaya başladı. Evleri yanan insanlar, ölen insanlar, ölen kaplumbağalar, koyunlar; kaçmaya çalışan kuşlar, keçiler, tavşanlar; yangından korunmaları için sahilde şezlonglara kadar indirilen inekler. Korkunç manzaralardı. Ağlama krizlerine girdim defalarca, durduramıyordum. bu sırada Konya'da kürt bir aileyi tarayarak öldürdüler, 7 kişiyi taradılar. Etrafta kürt istemiyoruz diye bağıran bir insanın olduğu video izledim, o kadar korktum ki bir iç savaş çıkmasından hatta neye korkacağımı şaşırdım, üç tarafı ormanlarla çevrili bir yerde yaşıyorum gece bir yangın çıksa kimse kurtaramaz bizi, ölmesek de herşeyimizi kaybedebiliriz. O olmazsa, kürtler türkler bir arada yaşıyoruz, ufak bir kıvılcımda birileri tarafından öldürülebiliriz. Bu da yetmezmiş gibi yangınları başlamasından ve bu taramanın olmasından birkaç gün sonra Azra Gülendam Haytaoğlu adına dünya güzeli bir kızın, psikopat bir pislik tarafından öldürüldüğü, yetmemiş gibi onu kesip parçalara ayırarak biryerlere bıraktığı haberi duyuldu. Yetmemişti çünkü korkularım, üstüne TEKRAR bir zaman tüm bu kadınlar gibi öldürülüp biryerlere atılma korkusu eklendi korkularıma. Kabus gibi iki hafta geçirdim. Ağlama krizleri, çaresizlik, korku, güvende hissetmeme. 

Tam yangınlar bitti, bir nefes aldım derken Kastamonu'dan bir haber. 400 metrede akan dere yatağını 15 metreye daraltmışlar, başına da bir baraj yapmışlar ve tüm o dere yatağını imara açmışlar bilmem kaç sene önce, şu hes projesi dediklerinden. Artık barajın kapaklarını biri mi açtı nedir bilinmez belde dakikalar içinde su altında kalıyor, sosyal medyadan insanların gönderdiği videoları izledim, o kadar güçlü ki su evler bilmem kaçıncı katlarına kadar suyla doluyor, bir sürü insan sürükleniyor suda, tutunamıyorlar, ölenler, kaybolanlar. Cesetleri günler sonra denizden çıkanlar. Yazmak bile ürpertici ve berbat hissettiriyorken bunu yaşamak.. Geçmedi ağlama krizlerim, kendimi çöp gibi, faydasız, asla iyi davranmadığımız nefes almasına izin vermediğimiz doğanın intikam aldığı insanlardan hissetmem, geçmedi. Aa bu arada yangınlar başladığından beri ülkeye her sınırkapısından koşup gelen afgan erkekleri haberleri de cabası.

Hiç birşey geçmedi. Ama, bu akşam ruh sağlığı daha normal bir insan gibi hissediyorum. Sadece günlük işleri ve ilişkilerinin stresini yaşayan hatta onu bile yaşamayan bi insan. Eline kitap alıp okuyabilecek kadar ülkesi normal bir insan.

Güvende kalın.
N.


16 Ocak 2021 Cumartesi

İnsansızlık

 Neredeyse bir haftadır cennet gibi bir yerdeydim. Beyni, bedeni, ruhu uyuşturan bir banyo, dev tahta pencereleri, alçak koltuklarıyla sıcacık bir dağ evi. Dışarıdan sürekli gelen şelalelerin sesine karışan kuş ötüşleri, arada sert arada yumuşak esen rüzgarın; dallarına yapraklarına değdiği ağaçlardan çıkan hışırtılar. Yeşilin her tonu. 

Buraya, problemlerinizi; iş, aşk, dostluk, borçlar hangi tür olursa çözmek için geldiyseniz nafile. Bunca gürültünün, beyin ve ruh uyuşukluğunun olduğu bir mekanda odaklanıp bir problem çözmeye çalışmanız imkansız. Trans halinde geçiyor günleriniz, yavaşlıyor, sakinleşiyorsunuz, beyninizi boşaltıyor, istemeseniz de. 

Ömrümce burada yaşayabilir miyim diye düşündüm. Belki tek başıma, ya da sadece bir kişiyle. Bir perde vardı herşeyi daha flu görmeme neden olan, farkında değildim; o kalktı. Sükunet halinde ruhumla, kalbimle ve yavaşlayan, sakinleşen beynimle görüyor gibi hissetim herşeyi. Yazdım, okudum, oturdum, dinledim, seyrettim.  Paylaştım. Ve geliyorum bu sabahki soruma. 

İnsan yalnız yaşayabilir mi gerçekten?

Orada yaşarım, yapayalnız. Bir derdim olmaz, üzen de mutlu eden de. Bir başıma. Hıı, çok hoş ama bir sürü fotoğraf paylaştım, insanlar görsün istedim, oo ne güzel yermiş, oh kafanı dinliyorsun, yaa beni de götürür, allah aşkına neresi burası, nerdesin ya sen demelerini istedim ki paylaştım. Etkileşim istedim. Konuşmak istedim insanlarla, seslerini duymak, sohbet etmek, onlara yazmak, bana yazmaları, beni özlemeleri. Zerre kadar insanımın olmadığı, trans halinde bir mekanda bile iletişim istedim. İnsan istedim.

İnsanların hepsi benim için kıymetli, beni seveni sevmeyeni, benimle iletişim kuranı kurmayanı, arkadaşım olanı olmayanı. Ben insansız yapamam, kocaman bir kalbim var ve bu kalp birsürü insan sığdırabilirim. 

5 Ocak 2021 Salı

Hayat eve sığar mı?

Sabah abone olduğum bir sanat dergisinin günlük metni geldi. Başlık ‘Hayat eve sığar mı?’. Başından beri bu slogana uyuz oluyorum ama hiç bu soruyu sormak aklıma gelmedi. Etkilenmemek için metni okumadım. 


Hayat eve meve sığmaz. Sığmış olsaydı insanlığın başından beri herkes, ki o zaman herkes diye bir kavram olmazdı zaten de neyse; evinde oturur, moron gibi yaşardı. Mümkün mü allah aşkına koca bir hayatın eve sığması? İnsan sokağa çıkmak istiyor, parklarda bahçelerde dolaşmak istiyor, yeni yerler görmek, daha önce ayağını bile basmadığı mekanları keşfetmek istiyor.

Hayatın eve sığmamasının, asla da sığamayacak olmasının en büyük nedeni de insan denen varlığın, sosyal bir varlık olması. Yaşayamaz sosyalleşemezse, bunalıma girer, tek başına ya da sadece aile ile geçirilen ki bu da tek başına bir hayata döner bir süre sonra; kalamaz. Biz, diğer bizlerle iletişime geçmek istiyoruz. Sohbet etmek, yürümek, kahve içmek, içki içmek, dokunmak, sevişmek, kahkaha atmak, dert anlatıp ağlamak istiyoruz. Bunların hangi bir eve sığar?

Trenlere, arabalara binmek, restoranlarda oturup yemek yemek, kafelerde kahve içmek; pasta yemek, yanımızdan geçen güzel ya da çirkin bir kızın ne giydiğini incelemek, yakışıklı ya da yakışıksız bir erkeğin neden böyle göründüğü anlamaya çalışmak istiyoruz. Biz insanlarla içine olmak istiyoruz. Pazarlarda sebze seçmek, hangi markete yeni ürün gelmiş incelemek istiyoruz. Mağazalarda kıyafet denemek, öf mankende ne güzel duruyordu olmadı demek istiyoruz, yan kabindekinin sormadığımız halde fikrini duymak istiyoruz.

Basketbol, futbol, tenis maçlarına gitmek istiyoruz, avazımız çıktığı kadar taraftarı olduğumuz takımı desteklemek istiyoruz. Arkadaşları çağırıp sahalarda kortlarda bağıra çağıra maçlar yapmak istiyoruz.

Hangi müzeye kimin işi gelmiş, hangi galeri kaç günlük bir sergi açmış kimin sergisiymiş bu, öğrenmek istiyoruz. Gidip ne işler yapmışlar görmek, diğer insanların işler hakkında ne düşündüğünü öğrenmek istiyoruz. Bir iş üretebilmek için arkadaşlarla bir araya gelmek, fikirlerini almak; metinler üzerine konuşmak istiyoruz. Bazen de hiçbirşeyi yapmayarak sadece oturup kahve içmek istiyoruz.

Annelerimize gidip kimselere anlatamayacaklarımızı anlatmak, onlar sarılmak ve koşulsuz sevgilerini hissetmek istiyoruz. Yemeklerini yemek istiyoruz. Teyzelerimize, amcalarımıza uğramak, keyifler nasıl demek istiyoruz. Kuzenlerimizle bol kahkahalı veya sadece bizim anlayabileceğimiz konularda iç sıkan sohbetler etmek istiyoruz.

Okey oynamak istiyoruz, batak oynamak istiyoruz, tanıdığımız sevdiğimiz herkese sarılmak istiyoruz, kokularını içimize çekmek, onları ne kadar sevdiğimizi hatırlamak ve onlara da bunu boyunlarına sarılmış vaziyette söylemek istiyoruz.

Şimdi siz söyleyin, hayat eve sığar mıymış?