13 Eylül 2022 Salı

Arkadaşlık üzerine

 Gerçek arkadaşlık der Aristotales, “İki bedende bir ruhtur, aynı zamanda bir insanın dostu kadar da ruhu vardır.”


Dostluk kavramı hakkında yazmayacağım, fikrime ve deneyimlerime göre arkadaşlıktan çok daha yüksek bir noktada ve varolması oldukça zor.

Şu korkunç klişe şarkı sözü var hani “..biz büyüdük ve kirlendi dünya”, arkadaşlık da bunun gibi mi? Aslında kirlenen hiçbir şey yok, hep kirliydi. Biz; saf, temiz düşüncelerimiz, yargısız iletişimlerimiz, oturmayan karakterlerimizle arkadaşlığın gerçekten varolabileceğine mi ikna olmuştuk.

Hiçbir çıkar gözetmeyen, en pür arkadaşlıklarda bile bir çıkar vardır, seviyoruzdur ve karşılığında sevilmeyi bekleriz. Daha deneyimsiz olduğumuz, pek çok duyguyu daha az tanıdığımız yaşlarda diğer insanlar bizim için daha katlanılırdır. Az beklenti içindeyizdir ve bunların karşılanıp karşılanmamasını da çok umursamayız.

Kriterlerimizin az olduğu küçük yaşlarımızda, içinde bulunduğumuz ortamlarla birlikte gelen eskaza; üzerine çok da düşünmediğimiz, düşünmeyi de bilmediğimiz arkadaşlıklar ediniriz. Büyürüz, karakterimiz oturur, ne istediğimizi bilir hale geliriz. Bir iş sahibi olur, belki bir ilişki, bir çocuk. Maddi manevi farklılıklarla birlikte zamanla daha iyi öğrendiğimiz duygular devreye girer. Mutluluk, korku, şaşkınlık, iğrenme, utanç, öfke, ilgi. Artık zannettiğimiz arkadaşlıkları terk etme zamanımız gelmiştir. Şu anki bize uygun arkadaşlar bulmalı ya yorulduğumuz için bununla hiç uğraşmamalıyızdır.

Korona sürecinin arkadaşlık kavramını fazlasıyla etkilediğine, kendi kendine daha çok kalan bizleri, kendimizle ilgili düşünmeye ve artık toksik sayacağımız ilişkileri bitirmek konusunda iyi bir itici güç olduğuna inanmıyorum. Bangır bangır arkadaşlık konusunda avrupaya benzemediğini bağıran türk halkının arkadaşsızlığa avrupalılardan daha hevesli olması oldukça trajikomik.

Aristotales’e dönersek, canım sana göre çoğumuz ruhsuzuz artık.

N.


16 Ağustos 2021 Pazartesi

Normal bir insan olamıyoruz.

Haftalar sonra ilk defa rutin bir akşamda gibi hissediyorum. Elime herhangi bir kitap alıp okuyabilecek kadar rutin. 

3 hafta önce Antalya, Muğla ve birçok ilde hatta yaşadığım semtte bile bir anda bir sürü yangın çıkmaya başladı. Evleri yanan insanlar, ölen insanlar, ölen kaplumbağalar, koyunlar; kaçmaya çalışan kuşlar, keçiler, tavşanlar; yangından korunmaları için sahilde şezlonglara kadar indirilen inekler. Korkunç manzaralardı. Ağlama krizlerine girdim defalarca, durduramıyordum. bu sırada Konya'da kürt bir aileyi tarayarak öldürdüler, 7 kişiyi taradılar. Etrafta kürt istemiyoruz diye bağıran bir insanın olduğu video izledim, o kadar korktum ki bir iç savaş çıkmasından hatta neye korkacağımı şaşırdım, üç tarafı ormanlarla çevrili bir yerde yaşıyorum gece bir yangın çıksa kimse kurtaramaz bizi, ölmesek de herşeyimizi kaybedebiliriz. O olmazsa, kürtler türkler bir arada yaşıyoruz, ufak bir kıvılcımda birileri tarafından öldürülebiliriz. Bu da yetmezmiş gibi yangınları başlamasından ve bu taramanın olmasından birkaç gün sonra Azra Gülendam Haytaoğlu adına dünya güzeli bir kızın, psikopat bir pislik tarafından öldürüldüğü, yetmemiş gibi onu kesip parçalara ayırarak biryerlere bıraktığı haberi duyuldu. Yetmemişti çünkü korkularım, üstüne TEKRAR bir zaman tüm bu kadınlar gibi öldürülüp biryerlere atılma korkusu eklendi korkularıma. Kabus gibi iki hafta geçirdim. Ağlama krizleri, çaresizlik, korku, güvende hissetmeme. 

Tam yangınlar bitti, bir nefes aldım derken Kastamonu'dan bir haber. 400 metrede akan dere yatağını 15 metreye daraltmışlar, başına da bir baraj yapmışlar ve tüm o dere yatağını imara açmışlar bilmem kaç sene önce, şu hes projesi dediklerinden. Artık barajın kapaklarını biri mi açtı nedir bilinmez belde dakikalar içinde su altında kalıyor, sosyal medyadan insanların gönderdiği videoları izledim, o kadar güçlü ki su evler bilmem kaçıncı katlarına kadar suyla doluyor, bir sürü insan sürükleniyor suda, tutunamıyorlar, ölenler, kaybolanlar. Cesetleri günler sonra denizden çıkanlar. Yazmak bile ürpertici ve berbat hissettiriyorken bunu yaşamak.. Geçmedi ağlama krizlerim, kendimi çöp gibi, faydasız, asla iyi davranmadığımız nefes almasına izin vermediğimiz doğanın intikam aldığı insanlardan hissetmem, geçmedi. Aa bu arada yangınlar başladığından beri ülkeye her sınırkapısından koşup gelen afgan erkekleri haberleri de cabası.

Hiç birşey geçmedi. Ama, bu akşam ruh sağlığı daha normal bir insan gibi hissediyorum. Sadece günlük işleri ve ilişkilerinin stresini yaşayan hatta onu bile yaşamayan bi insan. Eline kitap alıp okuyabilecek kadar ülkesi normal bir insan.

Güvende kalın.
N.


16 Ocak 2021 Cumartesi

İnsansızlık

 Neredeyse bir haftadır cennet gibi bir yerdeydim. Beyni, bedeni, ruhu uyuşturan bir banyo, dev tahta pencereleri, alçak koltuklarıyla sıcacık bir dağ evi. Dışarıdan sürekli gelen şelalelerin sesine karışan kuş ötüşleri, arada sert arada yumuşak esen rüzgarın; dallarına yapraklarına değdiği ağaçlardan çıkan hışırtılar. Yeşilin her tonu. 

Buraya, problemlerinizi; iş, aşk, dostluk, borçlar hangi tür olursa çözmek için geldiyseniz nafile. Bunca gürültünün, beyin ve ruh uyuşukluğunun olduğu bir mekanda odaklanıp bir problem çözmeye çalışmanız imkansız. Trans halinde geçiyor günleriniz, yavaşlıyor, sakinleşiyorsunuz, beyninizi boşaltıyor, istemeseniz de. 

Ömrümce burada yaşayabilir miyim diye düşündüm. Belki tek başıma, ya da sadece bir kişiyle. Bir perde vardı herşeyi daha flu görmeme neden olan, farkında değildim; o kalktı. Sükunet halinde ruhumla, kalbimle ve yavaşlayan, sakinleşen beynimle görüyor gibi hissetim herşeyi. Yazdım, okudum, oturdum, dinledim, seyrettim.  Paylaştım. Ve geliyorum bu sabahki soruma. 

İnsan yalnız yaşayabilir mi gerçekten?

Orada yaşarım, yapayalnız. Bir derdim olmaz, üzen de mutlu eden de. Bir başıma. Hıı, çok hoş ama bir sürü fotoğraf paylaştım, insanlar görsün istedim, oo ne güzel yermiş, oh kafanı dinliyorsun, yaa beni de götürür, allah aşkına neresi burası, nerdesin ya sen demelerini istedim ki paylaştım. Etkileşim istedim. Konuşmak istedim insanlarla, seslerini duymak, sohbet etmek, onlara yazmak, bana yazmaları, beni özlemeleri. Zerre kadar insanımın olmadığı, trans halinde bir mekanda bile iletişim istedim. İnsan istedim.

İnsanların hepsi benim için kıymetli, beni seveni sevmeyeni, benimle iletişim kuranı kurmayanı, arkadaşım olanı olmayanı. Ben insansız yapamam, kocaman bir kalbim var ve bu kalp birsürü insan sığdırabilirim. 

5 Ocak 2021 Salı

Hayat eve sığar mı?

Sabah abone olduğum bir sanat dergisinin günlük metni geldi. Başlık ‘Hayat eve sığar mı?’. Başından beri bu slogana uyuz oluyorum ama hiç bu soruyu sormak aklıma gelmedi. Etkilenmemek için metni okumadım. 


Hayat eve meve sığmaz. Sığmış olsaydı insanlığın başından beri herkes, ki o zaman herkes diye bir kavram olmazdı zaten de neyse; evinde oturur, moron gibi yaşardı. Mümkün mü allah aşkına koca bir hayatın eve sığması? İnsan sokağa çıkmak istiyor, parklarda bahçelerde dolaşmak istiyor, yeni yerler görmek, daha önce ayağını bile basmadığı mekanları keşfetmek istiyor.

Hayatın eve sığmamasının, asla da sığamayacak olmasının en büyük nedeni de insan denen varlığın, sosyal bir varlık olması. Yaşayamaz sosyalleşemezse, bunalıma girer, tek başına ya da sadece aile ile geçirilen ki bu da tek başına bir hayata döner bir süre sonra; kalamaz. Biz, diğer bizlerle iletişime geçmek istiyoruz. Sohbet etmek, yürümek, kahve içmek, içki içmek, dokunmak, sevişmek, kahkaha atmak, dert anlatıp ağlamak istiyoruz. Bunların hangi bir eve sığar?

Trenlere, arabalara binmek, restoranlarda oturup yemek yemek, kafelerde kahve içmek; pasta yemek, yanımızdan geçen güzel ya da çirkin bir kızın ne giydiğini incelemek, yakışıklı ya da yakışıksız bir erkeğin neden böyle göründüğü anlamaya çalışmak istiyoruz. Biz insanlarla içine olmak istiyoruz. Pazarlarda sebze seçmek, hangi markete yeni ürün gelmiş incelemek istiyoruz. Mağazalarda kıyafet denemek, öf mankende ne güzel duruyordu olmadı demek istiyoruz, yan kabindekinin sormadığımız halde fikrini duymak istiyoruz.

Basketbol, futbol, tenis maçlarına gitmek istiyoruz, avazımız çıktığı kadar taraftarı olduğumuz takımı desteklemek istiyoruz. Arkadaşları çağırıp sahalarda kortlarda bağıra çağıra maçlar yapmak istiyoruz.

Hangi müzeye kimin işi gelmiş, hangi galeri kaç günlük bir sergi açmış kimin sergisiymiş bu, öğrenmek istiyoruz. Gidip ne işler yapmışlar görmek, diğer insanların işler hakkında ne düşündüğünü öğrenmek istiyoruz. Bir iş üretebilmek için arkadaşlarla bir araya gelmek, fikirlerini almak; metinler üzerine konuşmak istiyoruz. Bazen de hiçbirşeyi yapmayarak sadece oturup kahve içmek istiyoruz.

Annelerimize gidip kimselere anlatamayacaklarımızı anlatmak, onlar sarılmak ve koşulsuz sevgilerini hissetmek istiyoruz. Yemeklerini yemek istiyoruz. Teyzelerimize, amcalarımıza uğramak, keyifler nasıl demek istiyoruz. Kuzenlerimizle bol kahkahalı veya sadece bizim anlayabileceğimiz konularda iç sıkan sohbetler etmek istiyoruz.

Okey oynamak istiyoruz, batak oynamak istiyoruz, tanıdığımız sevdiğimiz herkese sarılmak istiyoruz, kokularını içimize çekmek, onları ne kadar sevdiğimizi hatırlamak ve onlara da bunu boyunlarına sarılmış vaziyette söylemek istiyoruz.

Şimdi siz söyleyin, hayat eve sığar mıymış?    

17 Aralık 2020 Perşembe

Yanlış çocuk öldü

 Birkaç gün önce bir arkadaşla sohbet ederken, sanırım çocukluğun nasıl da travmalarla dolu olduğundan bahsediyorduk. Aklıma şu kendi kendime sonlandırdığım yakın arkadaşlık ilişkim geldi. Anlattım ve neden beni bu kadar etkilediğini bir türlü çözemediğimi de ekledim. O günden beri de kafamda döndürüp duruyorum neden bu kadar zordu, sürekli temas halinde olmamamıza rağmen neden bitmiş olmasını zor kabullendim ve sarsıldım. Sevgi sevecenlik vardı evet ama samimiyetten çok zaman uzak bu ilişkinin bitmiş olmasını kabullenmekte neden bu kadar zorlandım? 

Geliyorum dün geceye. Aşkın celladını okuyorum hala. Tüm sorunlar bir şekilde ölüm korkusuna çıkıyor. "Anne veya babayı ya da çok eski bir arkadaşı kaybetmek çoğu kez geçmişi kaybetmektir: ölen kişi çok eski dönemlerin değerli olaylarının yaşayan tek tanığı olabilir." Hoppalaaa. 

Türkiye'ye 5 yaşında geldim ve ilk gördüğüm yaşıtım insan bu kişiydi. Yani, Varna'yı saymazsak neredeyse yaşamımın başlangıcını temsil ediyor. Heyhat! kendi yaşamımı öldürmüşüm, ya da en azından küçük bir provasını yapmışım, bence küçük de değil oldukça büyük bir prova. 

Tüm gece düşündüm, bir yakın arkadaşım kaldı geriye ve yakına yakın diğer arkadaşlar, hangisini kaybetsem üzülürüm bu kadar? Hiçbiri. Hatta o kadar düşündüm ki en yakın arkadaşımı gördüm rüyamda, kendi ellerimle onu başka kızlara teslim ediyorum arkadaşı olmaları için. 

Ve bu eski yakın arkadaşımı düşündüm, hayatımdaki herşeyimin tanığı, eğlenceli geçen tüm çocukluğum, zor geçen tüm çocukluğum, asi, özgür, maceraperest, güçlü, dayanıklı, sevgi dolu olan o kız çocuğunu o kadar iyi biliyor ki, onun kadar bilen başka hiçkimse yok. Kardeşim, kuzenlerim dahil ve diğer tüm arkadaşlarım, hiçbiri bilmiyor. Ve onunla ilişkimi bitirmeyi çok sevdiğim çocukluğumu terk etmiş, bir başına bırakmış, yok etmiş bir nevi öldürmüş olmakla ilişkilendirmiş ve tüm insanlar gibi ölümden korktuğum için de onu bırakmakta zorlanmış korkunç acılarla kıvranışımın nedenini bir türlü kavrayamamıştım. Ne yapacağımı bilemesem de, artık nedenini biliyorum. 

İşin çok garip de bir yanı var. Onun bu ilişkiyi bitirdiğimden haberi yok, iletişimimiz olduğu gibi devam ediyor, senede birkaç yazışma, gelince görüşme. Değişen HİÇBİR şey yok. Belki buradan da gerçek problemimin onun arkadaşlığı vs değil çocukluğumun terk edilmesini tekrar çıkarabiliriz. 

Öperim.

N.

14 Aralık 2020 Pazartesi

Maske

Her sene hasta olurum ya da iki senede bir ama çok ağır. Yatarım böyle ölü gibi iki gün sonra dirilir hayatıma devam ederim ama o iki gün mutlaka yatak. Sadece tuvalet için, yemek yemek ya da ilaç içmek için çıkarım. 

Home office çalıştığım için, kışın soğuğu, mikroplar, hasta insanlar, aksıran tıksıran bunu yaparken ağızını kapatmaya bile gerek duymayan yaratıklarla pek az haşır neşir olurum. Sergi görmeye inerim Alsancağa, birkaç arkadaşla buluşmaya ya da kitapçıya, haftada bir mutlaka. Allah ne çile, otobüsü ayrı izbanı ayrı, her eve döndüğümde verir veriştiririm, hastaysan dikkat et arkadaşım, suratıma doğru bari öksürme, az nezaket. Bu ağır hasta olmalarım da mutlaka toplu taşımalardan sonradır. Öyle titiz insan değilimdir asla ama toplu taşımada öksüre, hapşıra, burnu aka aka gezenlere de hiç sempatiyle bakamıyorum. 

Yahu bunca senedir uyuz olduğum bir konu bu. Nasıl aklıma gelmez şimdiye kadar maske takmak. 
Maske ya bu kadar basit bir icat. Nasıl aklıma gelmez? Kültürde yoktu, artık var. 

Bundan sonraki hiçbir kış toplu taşımada maskesiz göremeyeceksiniz beni. Geçmiş olsun. Makyajlar da yandı.

7 Aralık 2020 Pazartesi

17 yaşında İzmir'den Urfa'ya nasıl gittiğimin kısa öyküsü hahaha

 Lisenin bittiği yazdayız. Halkoyunları ekibinden hocamız aradı. Salihli ekibiyle urfaya gidilecekmiş festivale, sen de gelir misin dedi. Tabii dedim, peki iki kız daha ayarlayabilir misin ekipten? Tabiki ayarlarım. Tamam dedin ama ailen ne der? İkna ederim hocam. 

Akşam geldi annemle babam. Dedim ki, urfaya gidiyoruz salihli ekibiyle 10 gün. 'Gidiyoruz mu?' dedi babam. Evet babiş. Kahkahalar uçuşuyor sonrasında ciddiyet. Bize sorman gerekmez mi? Sorsam ne olacak ki, ikna ederim ben sizi, ne gerek var niye uğraştırıyorsunuz? İzin vermezsek? Anne noooolur, babiş noooolur yaaa. Gideceğim işte niye böyle yapıyorsunuz? Kahkahalar. 

Giderim ve kapanış. 

Ölüm Hakkında

Metne başlarken önceki metin başlığı gözüme ilişti 'ölüm korkusu' . Buna sonra döneceğim.

Aylin'in armağan ettiği Irvin Yalom'un Aşkın Celladı'nı okuyorum . Neredeyse tüm psikoterapi öykülerinin bağlandığı nokta ölüm korkusu. Kafamda bir metin vardı, dün gece okuduğum bir cümle ile şekli biraz değişti. Terapinin sonu ölüm korkusuna bağlanınca, Yalom hastasına; yeteri kadar yaşamayanların ölüm korkusu yüksektir diyor. Tabiki bir korku olmalı ama kaygıya dönüşmemeli diyor. 

Her yaşımda mutlaka benden büyük birilerinden duyduğum bir cümledir, 'Yaşayabileceğini yaşa; herşey gençlikte.' Haklı mısınız bilemem ama öncelikle toplum buna müsade eden bir yapıda değil. Öyle gençlikte gerçekten içinden geldiği gibi yaşarsan ilk yapacakları şey yaftalamak olur. Bu coğrafya özgür bir cinselliğe açık değil ve olmadığı sürece ' yaşının kıymetini bil.'vs gibi laflar safsata kalıyor. Çünkü gençlik cinselliği öğrenmeyi de içinde barındırıyor. Halbuki bizde bastırılıp, yaşatılmıyor. Bu nedenle de her yer sapık dolu. Şu 'yaşayabildiğini yaşa' diyenlerin de kastettiği gizli yaşa herhalde. :D 

Ölüm korkuma gelelim. Daha önce de düşündüm üzerine, önceleri birşey bırakamamaktan endişe ederdim, üretilmiş bir iş, bir eser. Unutulup gitmek bana çok acımasız gelirdi ve kıyamazdım kendime, birşey yapmalıyım derdim. Sonra baktım koca Dostoyevski, Tolstoy bile günün birinde unutabilir. Sonsuza kadar var olamaz hiç kimse. Her şey bitmeye mahkum. Herkes unutulmaya. Yalnız zaman farkıyla, biri 5 yıl sonra unutulur diğeri 5 bin yıl sonra. Dedim ki kendime, bir eser bırakamamaktan korkma, bak dünyaya sadece şu an 8 MİLYAR insan var, hadi korona 1 buçuk milyonunu eledi; hangi biri hatırlanacak. Kendimi sürüye dahil edince bir rahatladım, kalabalığın arasında kayboldum. Ölüm korkum da kayboldu, daha doğrusu öldükten sonra hatırlanmama korkum. 

Dönem itibariyle nispeten genç olduğum için daha az düşünüyor olma ya da kendime şimdilik uzak hissediyor olmakla beraber, okuduğum öykülerde çok genç insanlar da yoğun şekilde bu korkuyu yaşıyor. Ölme korkusu konusunda daha rahat olmamın nedeni pek çok insana göre gerçekten istediğim gibi yaşamış ve hala yaşıyor olmak. eh eksikler her zaman olur ama büyük ölçüde hakikatten ne istediysem onu yaşadım hep. 

Basit bir eylem gibi dursa da irade isteyen bir iştir, okudum. Küçük yaşımdan beri okullarımdaki insanlarla iletişim gerektiren faaliyetlere hep katıldım. Bu faaliyetlerin de vasıtasıyla ülkenin pek çok şehrini dolaştım, ailemin itirazlarına rağmen. Laf olsun diye itiraz ettiklerini düşünüyorum tabi şu an :D bununla ilgili kısa bir öykümü yazacağım sonra. Hatta bazen sırf gezip görebilmek için kendime bu faaliyet alanlarını özellikle seçtiğimi düşünüyorum, bilinçli olarak değil tabi. Aşık oldum, aşık olundum, güzel ilişkiler de yaşadım, berbat ilişkiler; terk ettim, terk edildim. Ama yaşamaktan kaçmadım, korkmadım. Kötüyse kötü yaşayayım ders olur, yeter ki pasif durmayayım. 60-70 yaşına gelince abartmayayım da :D büyük çoğunluğu dernekçilik yapar ben 2oli yaşlarımda dernekçiliğin içindeydim tonla görevim vardı, koştururdum. Mesleğim de öyle. Sürekli yeni yerler görmeye, keşfetmeye, galeriler, müzeler, şehirler, insanlar, dış dünya ve iç dünyamı keşif için çok uygun bir meslek. 

Hani toplasan içimde ukde kalan az şey vardır. Belki bu nedenle yani gerçekten yaşadığım için daha az ölüm korkusu duyuyorum. 

İlk cümleye döneyim. İyi korkmuyorsun anladık da, bak kaçıncı seferdir ölümden bahsetmişsin. Hayırdır? 


31 Ekim 2020 Cumartesi

Ölüm korkusu

 Ölüm korkusu ne acaip şey. 

Hem herşeyi düşündüğün hem de hiçbirşeyi düşünemediğin bir durum. Evrende aslında yapayalnız olduğunu, ve kocaaa evren için bir düğme kadar kıymetinin olmadığını farkettiğin bir korku. Tüm yaşamının bir anda silindiği, sadece o aciz küçük bedenini yok olmaktan nasıl kurtaracağını düşündüğün bir korku. Eninde sonunda gerçekleşeceğini bildiğin ölümüne fazlaca yaklaşınca ondan nasıl kaçabileceğini çaresizce düşündüğün bir korku. Bu yakınlıkla birlikte gelen boşluk hissi, neredeyse tüm odaklanmaların “hiç düşünce” dedikleri doruğa ulaşabilmek için gereken tek şey olabilir. En azından benim için. 


Yakın zamanda orgazmın küçük ölüm olduğunu öğrendim, o yüzden savaş dönemlerinde sevişmeler fazlalaşıyor belki de, gerçek ölümden önce bi simülasyonunu görelim. Yetmedi bir daha. O da yetmedi bir daha.  


Neyse, izmir’de yaşıyorsanız ve bu gece eve girmeye cesaret edebildiyseniz, ben söylemeyeceğim ne yapacağınızı.

7 Eylül 2020 Pazartesi

Elinde olması meselesi ile ilgili

Bu konu üzerine belli aralıklarla düşünüyorum. Bir amaca, artık o her ne ise ulaştığınızda veya bir nesne ya da kişiyi elde ettiğinizde, Ona ulaşmak için koştuğunuzda aldığınız zevk kayboluyor, onu hayal ederken geçirdiğiniz günler gecelerdeki heyecanın zerresini hissetmiyorsunuz. Halbuki hepimiz biliyoruz, gitse, kaybetsek kıymetli olacak. 

Doyumsuzluk mu bu? Nasıl açıklanabilir, nasıl başa çıkılabilir bununla? Ya da akışına bırakmak ve başa çıkmamak mı gerekir.

Belki de sadece benim yaşadığım birşey. Bir dk, ne zaman bunu düşünsem bir süre sonra kendi kendime gülünç duruma düşerim, koca insanlık! bir ben yaşıyor olamam bunu değil mi? 

Konuyla ilgili düşünüp, heyecan yaratabilecek başka bir şeye mi odaklanmak lazım? Ya da elimizde gördüğümüz nesneyle ilgili onu hala hevesle isteyebileceğimiz bir nokta mı düşünüp bulmalı. Var mı bir yolu?

Hani şöyle diyorlar ilişkiler için, 'elde ettiğinizde heyecanını kaybediyor'. Bunun yaşamdaki diğer tüm olaylara uyarlaması gibi. 



18 Temmuz 2020 Cumartesi

Huysuz Virjin'e

Nasıl olduğunu açıklayamam, ben bile tam olarak hislerimi anlayabilmiş değilim ama o kadar yıkıldım ki Huysuz Virjin'in öldüğüne. 

Baya böyle topluma karşı gelen dişi bir yönümün ölmesi gibi hissettiriyor. Hayır karşı gelen değil, tam da dişiliğin ne olduğunu gösteren yönümün öldüğünü. Kabul edilmemiş, illaki hanım, iyi yürekli, zarif olmaya zorlanmış ve ben hem bunların hepsiyim hem de hiçbiri değilim diyen, sizi ilgilendirmez; siz erkek hegemonyanızla ilgilenin, kendinizin ne olup ne olmadığınız kendi erkekliğiniz ya da, kendinizi ne  addediyorsanız onunla alakadar olun diyen yönün. 

Böyle kalbimde kocaman bir yumruk oluştu öğrendiğimden beri. Türk toplumunun dişi yönü öldü. Erkek cinsiyle nasıl başa çıkacağız şimdi. 

Öperim Virjin.

N.

14 Temmuz 2020 Salı

Tekrar, sleep paralysis

Öksürük tuttu ben de Muratı uyandırmamak için diğer yatak odasına gittim, kıvrıldım pikenin altına uyudum. 

Bir süre sonra çok üşüdüğümü farkettim, pencere açık mı diye düşündüm, tüm perdeler uçuşuyordu çünkü, uyandım. Hah dedim evet herhalde Murat açmış pencereleri, ben de o yüzden üşümüşüm. Kapattım. Tekrar uyudum, uyuduğumda zaten uykuda ve rüyada olduğumu farkettim. 

Defalarca uyanıp Murat'ın yanına gitmeyi düşündüm ama hep daldım tekrar uykuya, bu düşünceler de rüyadaydı, ama o kadar gerçekti ki her seferinde rüyada olduğuma ikna etmem gerekiyordu kendimi. 

Bir ara tekrar uyandım, Muratın yattığı yatak odamızdan çılgın bir rüzgar esiyordu bana doğru. Çok korktum, kalkamadım yatağımdan, dalmışım sonra, dalınca yine rüyada olduğumu gördüm, rüyamda bu yaşadıklarımın rüya olduğuna o kadar şaşırdım ki.

Uyandım, Murat lavabodan çıkmış bana doğru geliyordu, ah canım dayanamadı korkmama; farketti ve yanıma gelir diye düşündüm, hemen sağındaki duvarda da beyaz bir çarşafın içinde bir bebek vardı, sırtı duvara dönük, ona baktı ve çok güzel bir bebek dedi sonra bir anda her yerde bir sürü bebek belirmeye başladı, uyandım zannediyordum, yine rüyadaymışım. 

Uyandım, yataktan kalkıp Murat'ın yanına gitmek istiyordum ama beni tutan bir güç vardı, kesinlikle kalkamıyordum yataktan ama uyanıktım. Hayır yine uyuyordum ve uyurken sleep paralysis yaşadığımı farkettim. Uyku felci yani. Kendimi sadece kımıldatmak için bilinçli bir çaba sarfettim, komik gelebilir ama çok deneyimim var bu konuda ve uyku felci geçirirken zihnin açık olduğunu ve komutlara uyacağını biliyorum. 

UYANDIM. Uyku felci geçirdiğimi en son uyandığımı zannettiğimde anlamış ve defalarca rüya içinde rüya gördüğümü farketmiştim gerçekten uyanınca. 

Şöyle; UYANMA (rüya-uyanma(rüya-uyanma(rüya-uyanma(rüya-uyanma(rüya))))) ,küçük parantezden başlamanız gerek. 

Murat'ın yanına döndüm, güvenli bölgeme. Uyumuşum. 

N.




24 Nisan 2020 Cuma

İnstagramda fotoğraf paylaşmak üzerine

Bugün bir durum oldu, sonra kendi kendime konuşup düşünmeye başladım.

Bir fotoğraf paylaşacaktım, altına da "hep siz mi paylaşacaksınız böyle fotoğraflar" diyecektim, ki daha önce demişliğim var. Sonra şunu farkettim, eleştirdiğim şeyi yapmak için çıldırıyorum ve kulbum da hazır, hep siz yapıyorsunuz ben de yapayım bari; hani zordanmış gibi, halbuki hiç değil.

Sonra devam ettim düşüncelerime, takip edip hikayelerini izlediğim insanlar, yalnızlıklarını paylaşıyor. Sabah kahvemizi içelim, bahçemizin çiçekleri, oğlum ister de yapmaz mıyım, şimdi de şu kitabı okuyalım, mooomyyy timeeee... of kilometrelerce devam eder örnekler. Tek başlarına yaşadıkları hayatı bizimle paylaşıyorlar, ve paylaşınca daha da yaşıyormuş gibi hissediyorlar. Birileri gördüğünde, bakın nasıl da yaşıyorumu gösterdikleri için mutlu ve kendilerini kanıtlamış olarak devam ediyorlar.

Daha önce nasıl karşılanıyordu bu ihtiyaç, sosyal medyadan önce? Bunun üzerine düşündüm uzun süre, o zaman nasıl yakalıyorlardı bu biz yaşadık bakın, sizin böyle hayatınız var mı, nasıl da mutluyuz hissini göstermeyi.

Ta taam! Fotoğraf albümleri! Aynı doyumu sağlamadığı kesin ve aynı sosyal çevreye ulaşamadığı.

Şu da bir gerçek, sizi bilmem ama ben biliyorum ki o fotoğrafın kendisi de bir manipülasyon. Sahte canım sahte kısaca. Fotoğrafın kendisi de, altındaki notlar da.

Buna rağmen ben de paylaşmak için o kadar zor tuttum ki kendimi. Belki o saniyelik hisse ihtiyacım vardı, iyiyim bakın deyince belki gerçekten ben de iyi hissedecektim kendimi, ne güzel kahve içiyorum evimin bahçesi de var saçlarım da çok güzel fotoğrafı olacaktı tam ve bunların hepsi belki de sahip olduklarımın farkındalığını arttıracaktı. Nitekim paylaşmadım. Paylaşmama deneyiminin beni nasıl hissettireceğini de merak ettim.

Söyleyeyim, ben çok sık kendimi paylaşmadığım için; paylaşınca tonla yorum alırım, yazar insanlar; onlarla iletişime geçmek, kesin de iltifat alırdım; o iltifatları duymak hoşuma gidecekti, ama hiçbiri olmadı, tatmin edemedim kendimi.

Hadi öperim.
N.

Acımasızca geçip giden hayattan geriye kalan sadece yalnızlıklarımızdır.

"Acımasızca geçen hayattan geriye kalan sadece yalnızlıklarımızdır."

Sagopa kaç yılında çıkardı o albümü bilmiyorum ama bu cümleyi duyduğumdan beri belirli belirsiz aralıklarla beynimde döndürüyorum bu cümleyi.

Beyin, bu kadar tekrar ettikten sonra bu cümleyi GERÇEK kabul etti ve bu sözde gerçekliğe ulaşmak için beni sürekli yalnızlığa sürüklüyor.

Her yerde, her zaman yalnız hissederim kendimi, bir sürü insanın arasında; sevdiğim ya da öylesine bulunduğum kalabalıklarda bile, ki şu korona günlerinde hepsini çok özlüyorum, yalnız başına yalnız kalmak daha zor.

Bu yalnızlık konusunda hep ama hep düşünürüm, düşüncelerim yüzünden yalnız kaldığımı, karakterim yüzünden, tercihlerim, mesleğim, başardıklarım -ki sayılıdırlar-, başarısızlıklarım, fikirlerim, konuşma esnasındaki en ufak fikre katılmamalarım yüzünden. Güzel olmadığımı düşündüğüm için, kıyafetim yüzünden bazen, bazen de sadece burnum yüzünden. Fazlaca yumuşak kalbim, hissettiklerimi söylemekte çektiğim güçlük; kırmak istememek, anlaşılmayacağıma emin olmak ya da konuşmak istememek, hepsi yalnızlığın bir parçası bence.

Ve öyle sadece benim yalnız olduğumu düşünmeyin, herkes yalnız. HERKES. Her konuda ayrılıyoruz gördüğünüz gibi ve tam manasıyla kimse kimsenin yalnızlığını yok edemez.

N.

16 Nisan 2020 Perşembe

Varım, ama olmam gereken yerde değilim.

İstediğiniz mesleği mi yapıyorsunuz, kendinizi uygun bulduğunuz, sevdiğiniz, kendinizi yetiştirmek istediğiniz meslek?
Sevdiğiniz adamla mısınız? Bütün bir ömrü düşündüğünüzde, birbirinize uyumlu şekilde özgürce yaşamınızı sürdürebileceğiniz?
İstediğiniz evde mi yaşıyorsunuz?
Size uygun olduğunu düşündüğünüz şehirde misiniz?
Belki de sadece ülke yanlıştır.

Peki dışarı çıkarken doğru pantolonu mu giydiniz, of içinde en rahatsız olduğunuz. Ne talihsizlik.
Belki de o ayakkabı olmamlıydı.
Burnunuzun şekilini seviyor musunuz? Sizce tam da olması gerektiği gibi mi?
Anneniz sizin istediğiniz anne mi peki?
Anca bu kadar zekaya mı sahip olmak isterdiniz?
Keşke daha çok yaratıcı mı düşünebilseydiniz? O da mı istediğiniz kıvamda değil.
E o arkadaşınız! ister miydiniz onu? Öyle çocukluk, şans gibi etkenlerle mi hayatınızda?
Kalçanızın şekili istediğiniz gibi mi?
Ya da dilinizin kibarlığı?
İsterdiniz değil mi daha güzel olmayı, tam bu kadar değil; biraz daha güzel olabilirdiniz.
Bu akşam istediğiniz yemeği mi yediniz?
Bornozunuz, istediğiniz bornoz mu? Belki yoktur bile alelade bir havlunuz vardır.

Uzun süredir bağlamından koparılmış nesneler hakkında düşünüyordum, geçen gün Özge Ulusoy'un göbek deliğini paylaşıp; Özge Ulusoyun göbek değiliği gibiyim, "Varım, ama olmam gereken yerde değilim" gibi bir cümle kurmuşlar. Bu gördükten sonra bağlamından koparılmış nesnelerin minik bir metni oluştu kafamda ve oturtabildim yapacağım fotoğrafları.

Sizin hayatınız nasıl, herşey olması gerektiği yerde mi?
Pek sanmam da, sormuş olayım dedim.

N.

15 Nisan 2020 Çarşamba

Korona'yı ben mi çağırdım?

980 de doğmuş felsefeci, orta çağ tıp modern filminin kurucusu İbn-i Sina, o yıllarda insandan insana bulaşan salgın hastalıklar için şunu söylemiş; "durgun sular, gömülmeyen çürümüş cesetler, kayan yıldızlar, göktaşları, şiddetli ve sıcak rüzgârlar, yağmursuz fırtına nemliliği gibi hava ve toprak etkenleriyle havanın bozulmasından kaynaklanır" yani doğanın dengesini bozuyorsunuz, yapmayın. 

Goya'nın resminlerini biliyorsunuz, korkunç tablolar var, özellikle İspanya'nın Napoleon tarafından işgalinden sonra, o zamana kadar renkli çalışan Goya, siyah beyaza geçiyor ve, bakmaya bile korkacağınız tablolar çıkıyor meydana. İspanya savaşıyla ilgili tabi bunlar, savaşta gerçekleşenlerle ilgili. kazığa oturtulan insanlar, tecavüz edilen kadınlar ve erkekler, organları parçalanan insanlar, insan etlerini yiyen insanlar. Böyle yazınca canlanmıyor inanın. İğrenç, tiksinti ve korku verici, karabasan gördürür. Belki vebaya takılan kara ölüm ve Goyanın renksiz çalışmaları bir şekilde birleşti beynimde. Nasıl bağdaştırdığımı bilemiyorum, ama tablolara bakarken vebaya da bakıyor gibi hissetmiştim hep; hastalıktan, açlıktan, çaresizlikten delirip birbirlerini parçalayan, aklını yitirmiş insanlar. 

Yakın arkadaşlarımla paylaştım bu hikayeyi, hep şaşırmıştım; 14. yy'da ortaya çıkmış veba. Bir bakteri ürüyor, salgından önce şehirlerde çok miktarda fare ölümleri gerçekleşiyor, farelerin üzerindeki pireler de farelere temas insanlara geçiyor ve bakteriyi insana taşımış oluyorlar. Avrupa nüfusunun üçte biri ölmüş. Venedik'in nüfusu 130.000 iken 70.000 e düşmüş, siz düşünün gerisini. Nasıl diyordum, nasıl engel olamazlar, nasıl bir yolunu bulamazlar! 

Ce ee, işte böyle bulamıyorlarmış. Bu konuda ne kadar düşündüğümü anlatmam mümkün değil, benim onca merakımdan bile göndermiş olabilir evren, al bakalım tatlım, al da gör nasıl oluyormuş diye. 

Şimdi bağlıyorum İbn-i Sina'ya, kimse çinliler yarasa yedi ot yedi çöp yedi demesin, insan evladının varlığı bile doğayı bu kadar kirletmeye yeter iken, sürekli faaliyette olan insan evladının vereceği zararı tahayyül bile edemiyorum. Sürekli çalışan fabrikalardan salınan gazlar; göllere, denizlere bırakılan atıklar; katledilen bitki florası, yerlere attığımız çöplerimiz.. doğaya yaşam alanı bırakmadıktan sonra, ne zannediyorduk; sürekli kendini yenileneceğini mi? Yarasa değil canım olay, sistemini alt üst ettiğimiz doğanın minik bir intikamı. Ancak 14. yy'daki Venedik nüfusu kadar insan gitti, ne ki? Devede kulak. Daha temiz yaşayalım. 

Şimdilerde şu sokağa çıkma yasağı filan panik yaratıyor insanlarda, aylık erzak alıyorlar, marketlerde bazı raflar boş, hep dönüp kafamda Goya tabloları. Kendimce yorum kattığım haliyle yeniden mi yaşanacaklar diye. 

Bağışıklığınızı güçlü tutun.

N. 

22 Ekim 2019 Salı

Viyana Hakkında

Akşamına Murat'ın bi arkadaşıyla buluştuk, şu Cafe Landtmann'da; tarihi ve müthiş bir bina ama asıl orayı gözüme kestirmiş olmamın nedeni Freud'un orada takılıyor olması. Haklıymış, bahçesi değil artık ama iç mekanın güzelliğini anlatamam. Şu avrupalıların mekanları bu kadar iyi korumasına her zaman hayran olmuşumdur. Tarihi herşeyi, eski görüp parçalama, korumama, önemsememe bi bizde mi var bilmem ama çok iç parçalayıcı açıkçası. Beş sene önce istanbula giden biri şu an tanıyamaz orayı. Ya da İzmir'e. Farketmez, tarihi doku koruma kültürümüz sıfır. Neyse.

Rathausplatz Film festivali vardı gittiğimiz dönemde, büyük bir park düşünün, bir perde kurmuşlar, istere film izle ister arka bölümde dünya mutfaklarından yemek ye içki iç, istersen yiyip içerken izle filmini, avusturya mutfağı, çin mutfağı, hint mutfağı.. ne ararsan. Bi biz Türkler standart açmamışız, koy oraya bi dönerci, yesin millet ama yok kaliteli işlerde yer almayalım mazallah.

Rathausplatz'ın tam karşısında Burgtheater var, neoklasik bir yapı ve dünyanın en önemli tiyatrolarından, Hitler ikinci dünya savaşına çağrı için geldiğinde buradan seslenmiş millete, birkaç gün sonra gördük bi müzede fotoğrafları, asılmış tiyatroya nazi bayrakları boydan boya, o koca Rathausplatz dopdolu avusturyalılarla, sorgulamamışlar bile direkt sempatizanı olmuşlar Hitlerin ve almanlardan daha ırçılarmış. Landtmann da hemen onun solunda.

Şaraplarımızı söyledik, oturduk arkadaşımızı bekliyoruz. Dünya bankasında çalışıyor, İstanbuldan atanmış, birkaç yıldır da ordalar. Sarmaş koklaş, muhabbet ilerleyince yaşadığı bir durumu anlattı. Kızını iyi bir avusturya okuluna yazdırmışlar, gayet hareketli ve konuşkan bir kızken okula başlayınca içine kapanmış çocuk, bi süre sonra anne baba merak edip okula gitmişler, izlemişler sınıfta çocuğu, öğretmen tüm çocukları etrafına topluyor bizimki dışlarında kalıyormuş, baba gidip öğretmenle konuşmuş, kızımızı da aranıza almak için çaba sarfeder misiniz demiş öğretmene, öğretmen yapmayacağını söylemiş, müdürle mi konuşayım bu durum için demiş baba, öğretmen konuşabilirsiniz demiş. Neyse gitmişler müdüre anlatmışlar durumu, birşey yapamam demiş müdür, baba da ne yapalım yani alalım mı çocuğu okuldan demiş, müdür, alın tabii çok iyi olur diye karşılık vermiş. Sonra da karma bir okula yollamışlar çocuğu. Düşün dünya bankasında çalışan nüfuzlu da bir ailenin çocuğuna böyle davranıyorsa avusturyalılar, vasıfsızlara ne yapmazlar :D Irkçılık kanlarında var belki de.

Boyları posları dersen, derya maşallah. Kızlar da öyle uzun boylu fiziği düzgün olan da çok; etine dolgun da, kıyafetler hep temiz, ayaklarda nerdeyse Birkenstocktan başka bişey yok. Öyle güleryüzlü filan tabiki değiller ama kibarlar.

N.

Viyana, Belvedere Sarayı

Eşyalarımızı otele bıraktık ve yürümeye başladık.

Rathaus dedikleri belediye binasının önünde bi oteldi, Volkstheater'ı, Museum Quartier'ı geçtik, Secession binası solumuzda az ilerde şu haritadan defalarca baktığım Naschmarkt; uzun bir hat boyunca uzanan küçük bir pazar, yiyecek dükkanları filan var çok da matah değil açıkçası. Karl Kilisesi'nin ordan ileri Belvedere Sarayı'nın solundaki yola çıktık, yukarı yürüdük Belvedere 'e, yolumuzun üsttünde Türk büyükelçiliği vardı girişte de bir tabela, 1975 te  3 ermeni tarafından Daniş Tunalıgil burada öldürülmüştür diye. Görmüş olduk. Üzülerek.

Aynı istikametten devam ettik sonra yukarı doğru ve girdik Belvedere'e. Ana! Yanlış mı geldik? Aşağı Belvedere ve yukarı Belvedere diye ayrılıyor saray, Aşağı olan da küçük, herhalde dedim oraya geldik, tahminimden çok daha küçük bir bahçe ve saray. Yok doğru gelmişiz. O bahçenin içindeymiş iki saray da. Arkamı bir döndüm, asıl şoku o zaman yaşadığımı hatırlıyorum, bu ne? Bütün Viyana ayaklarımızın altında ve küçücük. Rathaus u görüyorum, Kunsthistorisches'i, Mumok'u görüyorum, nerdeyse hava limanını da göreceğim :D o kadar küçük.

Asıl amacıma doğru yürüdüm ve biletleri aldık, inanamazsınız o kadar pahalı ki Viyana'da müzeler, 22 euro mu ne verdik kişi başı girişe :D tl ye çevirmeyeyim kahrolurum :D Yürü, yürü, yürü.

Caspar David Friederich, ki hastasıyım kendisinin. Edvard Munch, Gustav Klimt'in The Kiss'i, Egon Schiele, Claude Monet, Edouard Manet, Eugene Delacroix 1834 Blumenstilleben'i. Rüya gibi anlıyor musunuz?

The Kiss büyüleyici, bıraksan günlerce her milimetresini incelerim. Tabi yapamadım :D

Çıktık bahçede yürüdük, vallahi baya küçük; fotoğraflar nasıl da yanıltıcı :D Manipülasyona ihtiyacınız yok, fotoğrafın kendi bir manipülasyon zaten.

Şuraya bi foti atayım siz de görün, karşıki dağlar jenderme yahu, koca Viyana işte bu kadar.


Dur bi şunu da anlatayım sonra akşamına geçeceğim. Ben nereye gidersem gideyim öyle sokak sokak haritadan inceliyorum önce, gidilecek galeriler, müzeler, kitapçılar; gidince de az yanılma payıyla avucumun içi gibi bulabiliyorum heryeri. Nasıl hastayım bu huyuma anlatamam. E o galerileri bulmak için çok fazla dolaştığımdan birçok yeri de biliyor oluyorum. Birkaç gün önce daha bir arkadaşımı gördüm instagramdan, Viyana'ya gitmiş, hemen bak şuraya git şu var buraya git bu var dedim, gitti vallahi hepsine, nasıl memnun oldum.

Hadi öptüm.

N.


Yaz bitti, ben daha yazı yazacağım

Hi guys!

Bu yaz; Viyana'ya, Kırcaali'ye, Berlin'e gittik. Biliyorsunuz ki bu benim rutinim filan değil. Tr içinde birkaç ile çekime gittim, yani her yıl gidiyorum ama yurt dışı benle ilgili değil.  Ama müthiş işler gördüm, Picasso'lar, Van Gogh'lar, Manet, Monet, Cezanne, Rembrandt daha neler neler.

Bak yazın başından beri sürekli hadi şimdi yazayım diyorum, gündüz çalışıyorum tamam, akşamları? Dışarı çıkmadıysak sosyal medya ve oyunların esiriyim. Kabul ediyorum cidden boş vaktim var akşamları ama yok bi batak atayım sonra yazcam diyorum ve hoop kalıyor.

Tamam tekrar deneyeceğim. Hadi Viyana'dan başlayayım. Unutçam yoksa anılarımı.

N.

19 Nisan 2019 Cuma

İyi ki doğdum

iyiki doğdum been. İyiki doğdum beeeen. İiyiki doğduğum, iyiki doğğduum, mutlu yıllar baaanaaa.

Doğum günlerimde çok coşkulu oluyorum.

İyi kötü yaşadığım her şeye,
iyi kötü vakit geçirdiğim herkese,
Bana yaşama sevinci katan,
yüzümü gülümseten,
zor şeyler yaşatan; bunlarla başa çıkma kabiliyeti kazandıran,
bana kahkaha attıran,
ağız dolusu beni güldüren,
beni kahreden,
üzüntüden perişan eden,
işimi sevdiren sevimli,
beni insanlıktan soğutan nemrut,
ağır eleştiriler aldığım,
hiç eleştiri almadığım; kilo aldığımda bile oh çok yakışmışçılar,
fotoğraflarını çektiğim herkes,
herşey,
ot,
çöp,
çiçek,
böcek,
çocuk,
bebek,
kadın,
erkek,
üstüme başıma bakıp burun kıvırıcılar,
yine üstüme başıma bakıp üst baş sevicileri,
kalbimi sevenler,
suratsız anıma denk gelip; bu ne biçim insan yahu diyenler,
tek bir insanı bile ayırmıyorum hepinize, binlerce defa teşekkür ederim.

Ama en çok kendime teşekkür ederim, kurbağayı görüp ne güzel vıraklıyor diyen dilime, tırnağım uzasa mutlu olan kalbime, tırnağım kırılsa gam duyan yüreciğime; kaybettiklerimden sonra ağlayabilen gözlerime; kazandıklarımdan sonra gülebilen yüzüme, şuncacık kötü niyet barındırmayan benliğime teşekkür ederim. Yaşadığım herşeye verdiğim tepkilerle, onların kıymetini oluşturan benim, ve hayatıma aldığım herkesten, yaşamayı tercih ettiğim herşeyden razıyım. iyi ki hepsini ve herşeyi yaşamışım, yoksa şu anki ben olmazdım.

Kendimi sevgiyle kucaklayıp öpüyorum,
Sizi de.

İyi ki doğdum.


16 Nisan 2019 Salı

E aynaya bakarken de yalan söylüyorum, nasıl bir saplanma bu?

Bak bak, habire kendini görememek, onu görmek bunu görmek hakkında yazmışım;

Kendimi görmüş müyüm peki? 

Saplantılı şekilde, sürekli bir şeyi düşünürken; aslında onu ne kadar düşünmediğime ikna ettim kendimi. Hiç de zor olmamış anlaşılan,  farkına bile varmadım çünkü. Gelecekle ilgili neredeyse her saniye kaygılanıp, geleceği hiç düşünmediğime, hiç umursamadığıma nasıl güzel ikna etmişim kendimi bilemezsiniz. Bunun farkına varmak şok edici oldu benim için. Nasıl yaparım. Ben! Geleceği hiç düşünmeyen ben! 

Daha geçenlerde bile yazdım işte, iki kuzenimin annelerine aynı davrandığını ama birinin kendi davranışını nasıl olur da görmediğini, bir de karşı tarafa sanki kendi hiç öyle davranmıyormuş gibi akıllar verdiğini, bi ayna tutabilsem; kendini bi görebilse! 

Ben! Ben! İşte ben de aynı şeyin içinde debeleniyor ve bunu zerre kadar farkına varmayan bir insan olarak yaşıyordum. Aynaya bakmaz olur muyum, baktım. Karşısına geçip dedim ki, gelecekte ne olursa olsun, gelecekte o da olsa bu da olsa, gelecekte, gelecekte.. bu güne hep şükretçem (Geleceğe gittim, ne olmuşsa olmuş ama olumsuz olmuş, bu güne şükrediyorum). Kafa hep gelecekte. Bu, bu günü yaşamak değil ki. 

İki tarafı ormanla çevrili bir yerde yaşıyorum. Şimdi balkona çıkacağım. Deriiin bir nefes alacağım, tam şu anda olduğumu hissetmek için çabalayacağım. Bunu her şeye uygulamak için gerçekten çaba sarf edeceğim. Mesela bu blogu gelecekte kim okursa okusun. Yazdıklarımından ne anlam çıkaracaksa çıkarsın. Bak yazarken bile gelecek kaygısı içindeyim. 

Şu an bunu yazmak beni rahatlatıyor, şu an. Şu an. Hiç kolay olacağını düşünmüyorum, zannettiğim gibi sadece ilişkimde yapmıyorum sanırım bunu. İşte az önce blogla ilgili de gelecek endişesi taşıdığımı akışta yazarken farkettim, kim bilir daha nelere yapıyorum. Gözlemleyeceğim.

Öperim.
N.




15 Nisan 2019 Pazartesi

Şu anda yaşamakla ilgili

Ben nişanlandım.

7 yıl kadar önce kötü bir ilişki deneyimi yaşamış ve kendi kendime şunu demiştim; geçmişi düşünmeyeceğim, gelecek de daha ne kadar kötü olabilir, ölüm haricinde. Bu güne odaklanacağım. (Bu arada herkese akıl vermişliğim de var, hiçbirşeyi umursama ne geçmişi ne geleceği!)
Öyle de yaptım, bi ilişkide ne bekliyorsam hepsini içeren bir ilişki yaşıyorum; ve hep diyorum ki kendi kendime; biterse hiç üzülmem, keyifli bir ilişki yaşadım, insana kıymet verilen bir ilişkinin nasıl olduğunu gördüm, önemsenmenin ne olduğunu hissettim, konuşarak halletmenin var olabileceğini, herkes ve herşeyle ilgili sevgiliyle sohbet etmenin nasıl olduğunu, yapmacık olmayan bir ilişkinin olabileceğini, beni tanıyabilen; içimi bu kadar iyi görebilen bir erkeğin var olabileceğini gördüm; o nedenle bi gün bitse bile ona minnettar olacağım ve bana bunların yaşattığı için teşekkür edeceğim. Hep şükrettim birbirimizi bir şekilde bulmuş olduğumuza; bu ilişkinin içinde olduğumuza, hala şükrediyorum.

Gelelim bu sabaha;
Aylin, neden ilişkinle ilgili birşeyler yazmıyorsun hiç dedi. Bunu bilinçli yaptığımı söyledim, kendimce de iki neden sundum; bunlar üzerinden sohbet etmeye başladık. Bi süre sonra bana ne dedi biliyor musunuz?

NEDEN İÇİNDE BULUNDUĞUN ANI YAŞAMIYORSUN?

Okkalı bi tokat yemiş gibi oldum.

Kim?
Ben mi?
Ya ben şu anda yaşıyorum zaten.
Diyemedim, devam etti;

NEDEN GELECEKTE OLACAKLARI DÜŞÜNÜYORSUN, PLANINI BİLE YAPMIŞSIN.

Evet.
Ama ben bunu farketmedim ki hiç.
Ve bana tam olarak ne yaptığımı, anlattı; ona hiç anlatmadığım şeyleri. Yaptığım şeyleri söyledi bana, anlatmadım, bilmesinin imkanı yok. Ama söylediği herşey doğruydu. Ben şu anda yaşamıyorum.
İnanamıyorum, BEN ŞU ANDA YAŞAMIYORUM.

Şimdi ilk paragrafı tekrar okuyun.
Gelecek üzerine kuruluymuş yazdığım herşey, inanamıyorum.

Bunca zaman, şu anda yaşadığımı zannettim bi de bi ton maval okudum bununla ilgili. Sabahtan beri aklımdan çıkmıyor.

Bi gun biri bana terapiye asla gitmeyeceğini söylemişti. Birinin, hakkımdaki bir sürü gerçeği öğrenmesini istemiyorum, kendim de öğrenmek istemiyorum hakkımdaki sarsıcı gerçekleri demişti. Kendimi hırpalamak istemiyorum da demişti.

Sarsıcı gerçekleri öğrenmenin, hazmetmenin zor olduğu konusunda haklıymış. Ama öğrendim artık, napalım, başa çıkmak için çabalayacağım. Hadi becerebilirim inşallah.


Öperim.
N.










27 Mart 2019 Çarşamba

Gördüklerimiz ve göremediklerimiz hakkında

Bir ilkokul arkadaşım vardı, bi çocuğa nasıl aşık, balkonlardan birbirlerine bakmalar, birbirleri hakkında herşeyi öğrenmeye çalışmalar, hayaller kurmalar, o da bana aşıklar, belli ediyorlar, di mi ama sencede öyle değil miler. Yanlışlıkla elleri değse birbirlerine alev alırdı ortalık; tüm aşk hikayesinin bileceğim kadarını biliyorum kısacası. Bu gitti çocuğun en yakın arkadaşıyla evlendi, 21 yaşlarındayız. Yani tamam yapacak birşeyim yok çünkü ikna etti ben birbirlerini sevdiklerine. Bi süre sonra sohbet ederken şu eski aşkından bahsetti. Şok oldum. Sanırım evlenince insanın öncesinde kalan herkesi bi anda unuttuğu, bi anda hayatından çıkması gerektiğini, isimlerinin bile anılmayacağını düşünmüşüm, şokumun nedeni bu.

Asıl hikayeye geliyorum. Varlığını bildiğim ama pek iletişimde olmadığım bir kız vardı. Bana biraz laubali gelirdi o nedenle iletişim kurmayı pek tercih etmedim. Neyse bir şekilde o benim işimi yaptı ben onun içini yaptım ve iletişimimiz güçlendi, evet biraz laubali gibi görünüyor ama tanıdıktan sonra içten ve sevecen bir insan olduğunu da gördüm. Bi süredir de iletişimimiz var.

12-13 yıldır evli, kendi işini yapıyor, süper de kocası var, sosyal medyada boy boy fotoğraf paylaşır, ne yese ne içse kocasıyla nereye gitse ne yapsa. Kocası da buna sürekli süprizler yapar, ömrümde görmedim bu kadar sürpriz yapan erkek. Anlayacağınız o kadar iyi bir profil ki, hayatını gözlemleseniz ya kıskançlığınızdan ölürsünüz ya da gıpta edersiniz olmadı bir şekilde yahu ne güzel hayatı var dersiniz. Süprizler kadar hoşlandığı ne var bilmem ama nasıl mutlu oluyor süprizlerden anlatamam.

Doğum günüydü biz de aldık pastamızı balonlarımızı bastık evini, öyle bir mutlu oldu. Birini bu kadar mutlu etmenin bize verdiği haz da yanımıza kar tabi. Gecenin ilerleyen saatleri oldu güzel güzel içtik sohbet ettik. Bu bi ara kankasına 'mesaj atmadı' dedi, kulağımın ucuyla duydum, üstüme de vazife değil ama öyle bir söyledi ki o yoğun beklenti, hüsran ve arkasında gizli şeyleri anlamamak için ekstra çaba sarfetmeniz gerekir. Bir süre daha geçti melankolik melankolik oturuyor, rahatlatmak için,

Belki mesaj atar daha, dedim
Endişeyle başını çevirdi, kim; dedi
Kimden mesaj bekliyorsan, dedim
Nerden biliyosun, dedi
Az önce söyledin, dedim

Gayet normal birinden bahsetmiş olabilirdi, belki teyzesi ne bileyim ama değildi. Anlattı, elini bile tutmadım; nolur yanlış anlama, her doğum günümde mesaj atardı, bu kadar bi iletişimimiz var dedi. Bana bişey söylemek zorunda değilsin dedim yine de anlattı sağolsun. Ben de onu rahatlatmak için bunun normal olabileceğini tam olarak böyle bir hikayeyi net bir şekilde bildiğimi söyledim anlattım hikayeyi (yukarıdaki hikaye değil bu, başka bir hikaye bu arada). Ve insanların önceki hayatını kesip atamayacağını, yarım kalan hikayeler sonlansaydı iyi ya da kötü; bunları daha az düşüneceğimizi ama yarım kalmış hikayeleri beynimizin tamamlamak ve iyi şekilde tamamlamak eğiliminde olduğunu; nasıl olurdu acabayı? yı bize düşündürdüklerini söyledim.

Senin böyle bir hikayen var mı? dedi. Var ama ben bir arkadaşımla yaşadım bu hikayeyi dedim, hala yaşıyorum, beynim; ruhum; kalbim onunla yarım kalan şeyi iyi şekilde tamamlamak için ne kadar uğraşıyor bilemezsiniz dedim. Ama ben biliyorum, gerçek asla beynimin tamamladığı gibi olmazdı.

Velhasıl kelam, o şok olduğum günden beri bir çok hikaye duydum ve anladım ki öyle evlenince,  önceki hayat şak diye bitmiyormuş.

Gecenin sonunda, tüm akşam çektikleri milyon tane fotoğraf, tüm sosyal medyada paylaşıldı harika süprizimiz ve onun mükemmel hayatıyla doldu hesapları tekrar, imrenenler, gıpta edenler fotoğraflara bakıp neden bizim hayatımız böyle değil diye diye uyudular belki ve biz de evlerimize geri döndük.


Gördüğümüz imgelerin hakikatini bilemeyiz.

N.


26 Mart 2019 Salı

Döngüsel zaman

'Acımasızca geçip giden zamandan geriye kalan, sadece yalnızlıklarımızdır.' 

Belki ilkokuldan beri bildiğim ve kendi kendime sürekli tekrar ettiğim bir cümle. Acımasızca geçip giden zaman.. 

Geçen gün Aylin'le sohbet ederken 'Döngüsel zaman' dan söz etti. Yani öyle çizgisel ve sert şekilde ilerlemeyen zaman. Tam olarak o an düşündüğüm şey geçmişin bitmediği, geleceğin de sonlanmayacağı; takibinde içimin nasıl rahatladığı ve nasıl bir oh be çektiğimi sanırım kelimelerle pek anlatmam mümkün değil. Nasıl öyle bir rahatlık oldu onu da bilemiyorum doğrusu. 

Şimdi biraz araştırdığımda, bildiğimiz ve anlamaya alıştığımız çizgisel zamanın, eril, keskin ve sert olduğunu öğrendim. Bizi bu keskinlik ve sertliğin yorduğunu düşündüm. Diyor ki; hat üzerinde akan zamanı tüm yaşantımıza genellemek, bizi yanıltabilir ve bizi hayal kırıklığına uğratabilir. Tabiki de uğratıyor, geçmişte yaşadığı deneyim ve olayları düşünüp, düşünüp kendini üzen ne kadar insan tanıyorum bilseniz. 

Döngüsel zaman, dişil imiş. Değişebilir, dönüşebilir ve zarif. Geçmiş ve gelecek, şimdiki zamanın içinde yani. Bu üçlü zihinsel bir algılamadır, diyor. Şimdinin içinde geçmiş ve gelecek varsa o halde zaman sadece bir AN dır. Bir noktadır. 

Sadece bu düşünüş biçimi bile bir rahatlama sağlamıyor mu? Geçmişteki hatalarımızı düşünürüz, vah vah; üzdüğümüz insanları düşünürüz tüh tüh, yaşadığımız ve geri gelmeyecek güzel anları düşünürüz aah aah, gelecekte işimizde ne konumda olacağımızı düşünürüz eyvah eyvah, aşk hayatımızın nasıl olacağını, istediğimiz evi alıp alamayacağımızı, geçen geçti geçmişte de şu gelecek neler getirecek neler götürecek kahrı gazap içinde heep düşünürüz hepsini. Ama tam olarak şu anı yaşarken tüm bu deneyimlerle yaşamıyor muyuz, iyisiyle kötüsüyle; doğrusuyla hatasıyla geçmişte yaşadığımız, gelecek hakkında düşündüğümüz herşey şekillendiriyor mu şimdimizi? 

Ha en başa dönersek, acımasızca geçip giden zamanının geçip gitmediğini, şu anın içinde olduğunu düşünmek nasıl hissettirecek? Acımasızlığın her anımızda olduğunu mu düşünmemiz gerek. Ya da zaman acımasızca geçip gitmediğine göre geriye kalan yalnızlıklarımızın da geride kalmadığını, her an yalnızlıklarımızı yaşadığımızı mı düşünmeliyiz? Depresif bir cümle imiş. İnsan tüm düşünce, his ve yaşadıklarıyla tabiki her zaman yalnızdır, asla bir başkasına tam olarak ne düşündüğünü nasıl hissettiğini ne yaşadığını aktaramaz, bu nedenle zaten yalnızız, zamanla ya da acımasızlıkla ilgisi yok. 

Yani bilemiyorum nasıl algılamam gerektiğini döngüsel zamanı, nasıl hayatıma adapte edeceğimi, hayatımı döngüsel zamanda nasıl düşüneceğimi. 

Sizin bir fikriniz var mı?

N.

21 Mart 2019 Perşembe

İnsan ne kadar kendini göremiyor, un yazısı

Dedim ya en büyük kuzenlerimin biri kız biri erkek. Nursena ve Şecaattin.

Kız olan, evlendi geçen yıl; eşi de o ve annesinin evine taşındı; iç güveysi geldi yani. Bu kuzenim habire annesinin ona yeteri kadar mal mülk, sevgi şefkat vermediğinden yakınır, ama önüne gelene yakınır. Evet, doğruluk payı var söylediği bazı şeylerde ama o kadar abartarak ve milyonlarca defa söyler ki, baygınlık geçirirsin. Ve annesine haksızlık ettiğini düşünürsün.

Tamam, annesi kolay insan değil kabul ediyorum. Ama sürekli olumsuz konuşmak ve olumsuzu görmek, anlatmak insanı daha fazla yormaz mı? Annesinin o dönemleri ne şartlarda geçirdiği, nasıl yaşadığı ve bunları yaşattığı vs.. tamam yahu, aklı ermemiş, ya da o da anasından görmemiş ve bana gösteremedi de, geç di mi? Ne kendini ne de biz dinleyenleri bu kadar hırpalama. Yok. Baygınlık geçircez, allahtan son zamanda, birkaç bişey söyleyebildim de artık bana pek konuşmuyor bu konuları.

Büyük erkek kuzenime geleyim, Şecaattin. Bi de bu Nursena'nın kardeşi var Muhittin. Entrikaya bakın şimdi, şecaattinle muhittin muhabbet ediyor; Şecaattin kendi annesi ve babasından bahsederek, onları ne kadar sevmediğini, onların bunun ailesi olmadığını, kayınpederi ve kayınvalidesinin asıl ailesi olduğunu, bunların geçmişte kendisine öyle böyle şöyle davrandığını, onu desteklemediklerini ve tekrar bu yüzden onlardan nefret ettiğini söylüyor. Annesiyle babası da benim diğer teyzemle eniştem. Maşallah teyzemler çocuklarına çocukları teyzemlere, kim kimi bulabilirse eziyet etmişler, ediyorlar herhalde; benim anam nasıl çıktı bunların arasından anlamadım.

Sonra muhittin nursenaya anlatıyor, abim böyle böyle dedi kahroldum diye. Çok da duygulu çocuktur, çok üzülmüş abisinin, kendi annesi ve babası hakkından böyle konuşmasına. Bunları duyan Nursena beni çağırdı,

-Gülüm, abim böyle böyle diyormuş teyzem için; yani annesini biraz anlamaya çalışsa, o dönem iş kurmak kolay mıydı, bu insanların da ellerinde avuçlarında yoktu nasıl yardım edeceklerdi ona, yok beni sevmediler diyormuş; e o insanları sevdiler mi? onlar sevgi gördü mü de onu dizlerine yatırıp sevsinler, şımartmamak için sevmemişlerdir. Canlarını dişlerine takıp çocukları için uğraştı bu insanlar senelerce, abim göremiyorum mu bunları? Nasıl annesi ve babasının kendisi için hiçbirşeyi yapmadıklarını söyleyebilir; abimin bunları söylediğine inanamıyorum.

İşte o tam bunları söylerken koşarak ayna alıp gelesim geldi. Ona kendini göstermek için, ve söyledikleri karşısında küçük bir şok geçirdim. çünkü abimi destekleyecek sanıştım konuşma başlarken, kendisi de kendi annesi hakkında tam da abimin konuştuğu şekilde konuşuyor çünkü.

Biz de böyleyizdir kesin, ama farkında değiliz. Biri bi ayna tutsa keşke.

İnsan ne kadar kendini göremiyor di mi?

Haydin öperim.
N.

8 Mart 2019 Cuma

Göçmeniz biz! Ev olsun da..

Ailelerimizde mutlaka bi kırık vardır, yoksa sülalelerimizde vardır. Seçemiyoruz, ne yapalım.

Göçmeniz biz, buraya çocuk yaşta geldi bizim nesil 2'den 17'ye kadar çocuklar.  Bazılarının ailesi ne şartlarla bilmem, (çünkü okutabilirlerdi çocuklarını çalıştırmayabilirlerdi; zor olurdu ama yapabilirlerdi) çocukları okula değil işe yolladılar. o 11-12-13 yaşında elleri kalem tutması gereken çocuklar, marangoza çırak verildi, konfeksiyona ayakçı gönderildi, daha bilmediğim iş kollarına.

Benim iki kuzenim de bundan nasibini aldılar. Maalesef ki, aileleri onları okula göndermeyi tercih etmedi; ne yoz, ne para göz, ne akılsız, ne insafsız, ne avam, ne sorumluluktan uzak, ne 2 tanecik çocuklarına bakmaktan aciz insanlarmış diyebilirsiniz; ben de diyorum. Ama seçemiyoruz işte.

Çok kızdık ettik neden böyle yaptılar, şuncacık çocuktan gelecek üç kuruş paraya tamah mı edilir diye, ama şartlar öyleymiş belki ve üstüne kendi niyetsizlikleri de eklenince o çocukçağızların çok farklı olabilecek hayatları, başka şekle evrilmiş. Ha kötü vaziyette asla değiller. İşlerinde; çocukluktan beri yoğruldukları için belki aranan insanlar ikisi de, başarılı insanlar.

Bu kadar çalışmak zorundalar mıydı bilmiyorum, ama ev yapmaları(!) gerekiyordu, gece 10 dan önce eve gelmezlerdi ailelerimiz, haftasonuna temizlik, pazar işleri, yemekle geçerdi; başımıza ödevini yaptın mı diye sormaya gelirlerdi; iş yerinde amirlerine söyleyemediklerinin hıncını bize herşeyi söyleyerek çıkarırlardı, hırpalarlardı, karnede bi kırık olsun tehdit ederlerdi 'veririm eline boya kutusunu', akşam onlar eve gelmeden yemek yapardın; işte neyi yapabileceksen, yaşın belki 8-9, yemek annen geldikten 5 dk sonra hazır olacak olsa azar yerdin 'o tüm gün senin için çalışmış, o yemeği yemenin hayaliyle eve gelmişti ama yemek hazır değildi' 5 dakika diyorum. Hafta sonu annen eve gelmeden temizlik yapardın, ne kadar yapabiliyorsan ama hep daha fazlası beklenirdi, böyle temizlik mi olurdu, işe yaramaz mı olacaktık, o bize böyle mi öğretmişti. Haklıydı. Öğretmemişti.  Biz onu ve geri kalan herşeyi kendi başımıza öğrenmeye çalışırken o bizi doyurmak, bizi okula göndermek, bize ev yapmak için çalışıyordu. Büyük olay. Şimdi bu yaşlarımızdayız ve o evleri... monte edecek yerler bulabiliriz sanırım. Velhasıl kelam, bize sevgi vermediklerini farkında değillerdi, bi aile sıcaklığı, aile desteği vermediklerini, bizi onlarsız bıraktıklarını farkında değillerdi.

Kuzenim bi gün, her pazar arka balkona çıkıp leğenlere su doldurup saatlerde çamaşır yıkadığını söylemişti, o bizden 4 yaş büyüktü(11-12) yükleri de büyüktü. Öyle sakince dinleyemedim, ağladım. Hala aklıma geldikçe sıkışır kalbim. Böyle boğazıma bi düğüm oturur, koşup kurtarmak isterim o miniği ordan; 'bak burdayım, ben seni seviyorum, yalnız olduğunu düşünme,  sana fazla sorumluluk vermeleri akabinde de yaptığın işten memnun olmamaları seni sevmedikleri anlamına gelmiyor' derdim.

Dramatize etmek değil di maksadım. Hatta bi çocuk için ne kadar ağır olabileceğini, şu an yazarken daha net farkına vardım. Sevilmeyi öğrenmedik, her istediğini yaparsam beni sever; zannettik, sırf bu yüzden. Bizi sevsinler diye de herkesin her istediğini yapma eğiliminde olduk.

Olsun siz ev yaptınız. Herhalde değmiştir! Şimdi karı koca yaşıyorsunuz o evlerin içinde, çocuklarınız sizden kaçmanın yollarını arıyor.

Çünkü sizi affedemiyorlar.
Değdi mi?

N.
(Bambaşka bi konu anlatçaktım nasıl buraya geldi bilmiyorum, anlatçam konuyu) 

7 Mart 2019 Perşembe

Çok iyi içime içime konuşurum

Ayşeyle bi durum yaşadım diyelim, beni kızdıracak cümleler söyledi; karşı tarafın söylediklerinden sonra hissettiklerime aşağılanmışlık, küçük görülmüşlük, önemsenmemek, yok sayılmak gibi hisler eklenirse asla karşı tarafa birşey söylemem, çok isterim söylemeyi; ama söylemem. Bunları onlara söylersem beni daha da küçük göreceklerini 'hah hah zavallı, böyle hissettiysen demek gerçekten öylesin' vs düşüneceklerini zannederim. Pek tabi haklarında bunları düşündüğüm insanlar sadece hayatımda yeri olan insanlar, öyle alelade tanıdıklarıma çatır çatır söylerim düşündüklerimi hiç de ezdirmem kendimi. Neyse, şöyle bir yöntemim var; söyleyemedim mi karşıdakine; allah artık eğlence başlasın.

Karşıma alırım,
- Bak kardeşim bana bunu bunu dedin,
- Sen beni aşağılar gibi konuşamazsın
- Sen kimsin?
- Ben anamın babamın negatif söylemlerine karşı çıkıyorum sana bişey demiycem mi sandın?
- Bana bu şekilde davranma hakkını kim veriyor ya sana?
- Kimsin kim?
- Bana kıymet vermeyeceksen yol orda
- Ben senin tepeden bakan davranışlarına maruz kalmam, git başkasına bak tepeden
- Seçtiğin kelimelerle, yüz ifaden, küçük bir mimiğinle bile sezdiriyorsun bana bunları, çekmem ben seni

Ne konuşmalar, ne konuşmalar; hiç öyle cool filan görünümüme aldanmayın içimde böyle biri yatıyor. Yıllar içinde şu oldu tabi bu konuşmaları karşı tarafa da yapabiliyor hale geldim; bazılarına tam bu sertlikte, bazılarına yumuşatıp bazı hislerimi yine gizleyerek tabi. Ama bişey söyliycem size, şu konuşmaya hislerimi de eklediğimde, kırıldığımı, üzüldüğümü, kendimi kötü hissettiğimi vs (ama gördüğünüz gibi, aşağılanmış hissetme, önemsenmemiş hissetme ve küçük düşürülmeye çalışıldığımı hissetmeyi yine söylemiyorum) karşı tarafa gösterdiğimde hiç de bi kaybım olmadı, bundan sonra da olmaz bence; gerçi gitmek isteyen de gidebilir ne diyeyim.

Bu girişi yapmamın nedeni şu, artık bu tip konuşmaları söyleyemediklerim ya da söyleyemeyeceklerim için yapmıyorum; bir ön konuşma olarak yapıyorum :D Unutmayayım ne diyeceğimi diye tekrar tekrar oturtuyorum karşıma kişiyi.

Şöyle bir arkadaş düşünün şimdi, küçüklüğünizden beri varlığını biliyorsunuz, arada görüyorsunuz, işte lisede bazen okula birlikte gidiyorsunuz, üniversite döneminde yurtdışında okuyor ve o giderken onu ziyarete gidiyorsun, bi kere bavulunu birlikte topladığımızı hatırladım şimdi hatta annesi filan vardı; okuldan eve geldiğinde haberim olursa ziyaretine gitmişimdi, bi kere yolda karşılaştık şok geçirdim, müthiş bir fiziksel değişime uğraşmış, sonra çalışmak, yüksek lisans yapmak için Berlin'e taşında uzun yıllardır orda, arada geldiğinde haberim olunca gidiyorum görmeye, ya da biryerlerde buluşuyorlar büyük bir kız grubu ben de gidiyorum, ya da ne bileyim oturuyorlar birkaç arkadaş bişeyler içiyorlar ; haberim oluyor ben de gidiyorum yanlarına filan, sohbet ediyoruz özlem duyduğunu anlatıyor e gel o zaman diyorum en o zaman başka dertler var diyo e kal o zaman diyorum, bir ya da iki sefer geldiğinde buluşup çarşıya kahve içmeye gitmişliğimiz var. Böyle bi ilişki. Yani bu kadar bi ilişki.

Kısaca şunu da anlatayım, ben bi şekilde bir şeyler oldu ve yanına gittim onun, fotoğraf müzelerini, galerilerini görmek, göz ve ruh gelişimimiz katkı sağlamak maksatlı bir seyahatti ve onda kaldım belki 9 gün tam hatırlayamıycam. Sohbet muhabbet ettik akşamları, gayet keyifli geçti. Şu yakın arkadaşlık kaybından oluşan kontenjan düşüklüğünü de biliyor. Ve biz de iletişim halindeyiz bi süredir, görüşüyoruz telefonlarla filan. Bi süre önce benim aklıma bişey geldi.

Eyvah! Onu diğer arkadaşdan oluşan boşluğa koymaya çalıştığımı düşünmesin sakın :O

Oturttum karşıma,

- Bak Milena, benim boşlukta oluğumu düşünmüş olabilirsin, onun yerine seni koymaya çalıştığımı düşünmüş olabilirsin
- Tamam yakın bi arkadaşım gitti diye hemen doldurmak istiyormuşum gibi görünmüş olabilir biliyorum ama değil
- Siz farklı insanlarsınız
- Ben gerçekten düşünmedim böyle bişeyi
- Farkındayım tam da öyle görünüyor ama
- Yani bizim zaten böyle bi iletişimimiz yoktu
- Telefonda konuşmak ya da yazışmak gibi bi iletişim halinde değildik biz işte o yüzden de bi boşluğu doldurmuş olmuyosun
- Bak bu senle olan iletişim ben oraya geldiğimden beri güçlenmeye başladı, sen de farkındasındır bence
- Açıklama yapıyormuş gibiyim ama yani bak bence zaten sen de farkındasın

 Daha neler dedim, sonra dedim ki yok ben bunları söylemiyim en iyisi.

Sonunda olaya geldim, dün akşam konuşuyoruz bak dedim bi zaman önce şöyle şöyle düşündüm aklımdan bunlar bunlar geçit, bir kahkaha attı.

Bir kahkaha attı! Bu kadar. :D

E ben onca şeyi boşu boşuna mı kurdum şimdi?

N.






5 Mart 2019 Salı

Bir platonik arkadaşlık hikayesi

İnsan ilişkileri çok ilginç, herkesle farklı bir ilişki içindeyiz ve herkesle de ilişkimizin sonuçları çok farklı, e onca insan çeşitliliği, onca kişilik kombinasyonu varken ne bekliyordum bilmem ama benim için çok ilginç bir hikaye anlatacağım şimdi. Platonik yakın arkadaşlık.

Kısaca anlatmak mümkün değil çünkü iletişimimiz 5 yaşımdan beri sürüyordu, yani hala sürüyordur herhalde; emin değilim.

Türkiye' ye taşındığımızda gördüğümü hatırladığım ilk arkadaşım. Seneler içinde de iletişimimiz çalkantılı olarak devam etti. Kişiliklerimiz birbirinden farklı, insanlarla ilişkimiz, problem çözme yöntemlerimiz, birbirimize karşı yaklaşımlarımız. Ben sıcak kanlıyım, o soğuk; ben çözüme odaklıyım o sorgular, sürekli sorgular; ben çabuk sinirlenirim parlarım o sakin kalabilir genelde, ben heyecanlı ve heyecanını gösteren yapıdayım o pek heyecanını göstermez, ben sabırsızım o sabırlı, ben olumsuz olabilecek olayları kolay atlatırım o zor. Nerdeyse birbirimizi sevmemiz haricinde ortak yönümüz yok. Fakat şu an o bile şüpheli.

Ben kimseye dost dememişimdir şimdiye kadar, belki dostluk kavramının bendeki anlamı yüzünden. Kıymet verdiğin, kıymet verildiğin; paylaştıklarının gerekiyorsa aranda kaldığı; iyi ya da kötü eleştirdiğin ve eleştirildiğin; haset duymadığın ve duyulmadığın; küçümsemediğin ve küçümsenmediğin; güvendiğin ve güvenildiğin; arkanı içinde asla bir şüphe kalmadan dönebildiğin ve dönülebildiğin bi de kendi için her şeyi yapabileceğin ve senin için yapabilecek biri benim için dosttur. E bunca anlam yüklersen dost değil tost bile bulamazsın.

  • Yakın arkadaş
  • Arkadaş
  • Tanıdıklar
  • ve Diğerleri olarak ayrılıyor insanlar benim için. Aklımca böyle bir sistem kurmuşum kafamda, kendimi bildim bileli de değiştirmedim bu sistemi. 
Daha küçük yaşlarımızda hep tartışırdı benimle, ne demek dostun değilim vs diye, çok şiddetli de tartışmışlığımız var. Nasıl geliştiği konusunu hatırlayamıyorum ama zamanla benim yakın arkadaş kontenjanıma girdi. Senelerdir de öyle zannediyordum.

Başka bir ülkeye göçtü. Bir zaman geldiğinde de beni davet etti; gelmeyeceğimi zannetti de laf olsun diye mi davet etti bilmiyorum. Yanına geleceğimi söyledim, planlar yaptım yakın çevreme söyledim oh oh gidiyorum ne güzel olacak vs heyecan içindeyim. Sıra bilet almaya geldi, ne zaman müsaitsin diye sordum bi tarih söyledi, o zamana kadar gel dedi; tamam ona göre bakıyorum bilete. 3 gün kalmaya niyetliydim, erkek arkadaşım oranın haftasonunu da görmeni istiyorum 5 gün kal dedi, tamam dedim. Söyledim tarihleri, alıyorum bu tarihlere bileti dedim. Tamam, ben internetimi kapatıyorum bana faceden, instagramdan ya da whatsapptan ulaşamayacaksın dedi. Sonra ekledi, seni üç gün ağırlayabilirim diğer günler için kendine kalacak yer bul. Ama aynen böyle mesajlar, ne bir emoji, ne bir seni çağırdım ama şöyle bir durum var ancak 3 gün ağırlayabilirim kusura bakma, bi çözüm bulmaya çalışsak ya da, (orda başka ortak arkadaşımız var, bana çaktırmadan ona sorup) , A. da seni ağırlamak istiyormuş, buraya gelmişken iki günü de onda geçirisin vs gibi kibar birşeyler yazmadı asla. En yakın arkadaşlarımdan biri. Anlamadıysanız büyük harflerle yazayım; EN YAKIN ARKADAŞLARIMDAN BİRİ.

Gitmekten vazgeçtim. Ne yapsaydım, küfretmediği kalmış bir tek, bi de gitse miydim? Ama yaşadığım çöküntüyü kelimelerle asla ifade edemem, o önemsenmeme hissinin beni nasıl yıktığını, günlerce kafamda kendimle neler konuştuğumu; bunu hak edip etmediğim, haketmek için ne yaptığım, onca zaman arkadaşlığın da mı kısa bir açıklama yapmak için yeterli olmadığı, allahım neler neler.  Herkese sordum, kısaca durumu anlattım; siz olsanız gider miydiniz dedim; ne kadar insana sorduğumu tahmin edemezsiniz, bir tane olumlu yanıt almadım. Hepsi hayır gitmezdik dedi. Şimdi sakince düşündüğümde belki de beni haksız çıkaracak birinin olmasını arzu ettiğim için bıkmadan sormuşum insanlara, 'hayır o seni tabiki önemsiyor, ben olsam giderdim' cevabını bekledim her halde. Umutsuzca.

Bir sürü neden uydurdum kendi kendime, böyle davranması için mazeret olabilecek;

  • karakteri bu
  • işi mi var acaba
  • aman zaten o böyle yazar
  • e o sevgisini pek göstermez
  • neden öyle dedi acaba
  • abisi istemiyordur belki
  • yahu yanlış bişey mi söyledim acaba
  • belki tut elimden beni dolaştır olarak anlamıştır, iyi de benim öyle bi talebim olmadı ki; ben bakarım başımın çaresine ve hatta tek başıma daha rahat ederim; yok yok kesin öyle bi talebim olduğunu sandı
  • liste böyle uzadı günlerce
ama bi cevap bulamadım.

Ona tabiki sormadım nedenini, kendimi bu kadar önemsenmemiş hissettikten sonra bi de ona bunu mu sorcam. Geçecek onu. 25 senelik arkadaşıysam bana böyle davranmamlıydı, bitti.

Ayrıca ona sorsam vereceği cevabı biliyorum, ne alakası var; sen beni yanlış anlamışsın, ben öyle söylemek istemedim ki. Ne zaman soğuk yazışmaları üzerine konuşsak verdiği cevaplar bunlar, e iyi o zaman ne demek istiyorsan onu söyleseydin, ne dolaylı yoldan yazıyon. Müneccim miyim ben? Ve, bi tek kelimelerin saf anlamlarıyla mı iletişim kuruluyor? Jest mimik denen birşey var, ses tonu var ve bunların dijital dünyaya aktarılmış halleri var, gülücük işareti filan, bak böyle :). Cümlenin kısa olması, uzun olması, kullandığın kelimeler vs afedersiniz de hepsine gayet tabi anlam yüklenir. Bence bu tartışmaya açık bile değil.

Durumun sonuca bağlanma noktası şu oldu, dedim ya bir arkadaşım daha var orda diye, ona da geleceğimi söylemiştim hevesle; bi akşam aradı ne zaman geliyosun diye; yok dedim gelmiyorum, geleceksin dedi, ben sizi yıllardır çağırıyorum buraya zaten dedi. Gittim, yaşadığım müthiş deneyimler başka bir yazının konusu, ben olaya devam edeyim. Yakın arkadaşım dediğim, instagramdan bi hikayeye mesaj atmış 'a buraya mı geldin' gün olur da böyle oluruz diye allah var asla düşünmedim. İlk akşam ziyarete geldi, ne kadar oturdu hatırlamıyorum ama benimle doğru düzgün konuşmadı bile, yüzüme bile o kadar az baktı ki; öyle hasretle sarılmaları güzel güzel sohbet etmeleri filan hayal bile etmeyin, öyle şeyler asla olmadı. Sonra bi akşam yemeğe çağırdı, gittik; yine öyle dam samanlık, yine benimle doğru düzgün konuşan, yüzüme bakan yok. Günlerce düşündüm, kafayı yicem; ama kendime sorduğum soruların cevabı bende değil.

Seyahatin sonunda beni ağırlayan arkadaşıma teşekkür ettim, iyi ki böyle olmuş ve sende kalmışım çok rahat ettim vs iyi ki sen vardın ve onlarda kalmak zorunda olmadım, kendimi asla böyle rahat hissetmezdim dedim. Ve hayatımın en tokat gibi cevabını aldım;

'Tatlım, farketmemiş olabilirsin ama seni zaten davet etmediler.'

Ve 25 yıllık yakın bir arkadaşlığın bitişini okudunuz.

Yok son cümle tam oturmadı,

Ve 25 yıllık platonik bir yakın arkadaşlığın bitişini okudunuz.


Dağılabilirsiniz. (Benim artık dağılacak yerim kalmadı, toparlamaya geçtim.)
N.





4 Mart 2019 Pazartesi

Yazmadığım zamanlarda ne oldu?

Bikaç gün önce fiili olarak yazdığımdan beri, her an yazıyorum kafamda; yürürken, uyumadan önce, okurken, fotoğraf çekerken, yemek yerken, instagrama bakarken; küçük bir ruh hastalığı gibi yazmak.

Yazmadan nasıl yaşamışım, hayret.

Yazmadığım 4 yıl boyunca 4 önemli şey yaşadım.

Tabiri caizse seviyeli bi ilişkim oldu, allaha şükür de devam ediyor hala, rekora koşuyorum yani :P  ;

Sınırlarla ayrılamaz tabi ama, insanların ben onlara nasıl davranırsam bana öyle davranacakları gibi bir düşüncem vardı, birini üzmüyorsam o da beni üzmezdi, birini seviyorsam o da beni severdi, birine kibar davranıyorsam o da bana kibar davranırdı. bunun pek de geçerliliği olmadığını öğrendim ve insanları gerçekten tanımak için çaba sarfetmeye başladım,

Akabinde senelerdir yakın arkadaşlarımdan olduğunu zannettiğim birini kaybettim,

Ve son olarak anneannemi kaybettim. Fizyolojik olarak yani.


N. 

3 Mart 2019 Pazar

Yine kısa bir gözden geçirme

Yine 2 yıl aradan sonra yazıyorum. Aynı şeyleri tekrar edeceğim;

- Bu, aşırı kişisel ve okuması çok zor bir blog,

- Tüm küfürlü gönderiler için özür dilemek isterdim ama demek ki o zaman öyle hissediyormuşum, kendimi ifade etme şeklim oymuş,

- Dönem dönem girdikçe hakikatten okuyorum yazdıklarımı, 500 e yakın gönderi var siz hepsini görmüyorsunuz, taslaklara alıyorum 'Eyvah ne yazmışım ben' dediklerimi. :p

- Bir süredir aklımda yazmak var ama blogu bile açtığım yoktu açıkçası; bi arkadaşım vesile olmuş oldu; blog yazacakmış, çok iyi iş çıkacağına eminim, herhalde en sıkı takipçisi de ben olurum. Neyse ben de blogum olduğunu söyleyince , bakayım mı dedi; bloga girmek için öyle bi vasıta olmuş oldu.

- Bi kontrol ettim de, hep şuna takmışım; 'Birilerinin okuyup, okumaması' üstüne basa basa da kendim için yazdığımı söylemişim hep. Kıyamam, kendine bile dürüst olmak çok zor bazen; tabiki kendim okumak için yazıyorum, yazmayı sevdiğim için de yazıyorum e ama birilerinin okuması da hiç fena olmaz.

- İnsan az bi yazmaya başlayınca kendini nasıl da zaptedemiyo di mi :D O yüzden son zamanlarda alay ediyorlar türklerle; kitap okuyandan çok yazan var diye. Haklılar vallahi.

- Arada gittiğim oyunlar, okuduğum kitaplarla, sanat etkinlikleriyle ilgili filan yazmışım fakat genel olarak belli bi konuya odaklanmış değilim, e kişisel bir blog bu ben ne yapayım ama yakınmışım bununla ilgili yazılarımda.


Yazacağım.
Haydi öptüm.
N.



20 Şubat 2017 Pazartesi

Bir dönüm noktasının kısa özeti

Selaam :)

En son ne zaman yazdığıma bakayım dedim 2 yıl olmuş. Onca işimin arasında yazmak zor tabi. Şimdi yazarken kendimi az bi yabancı gibi hissediyorum. En son ilişkim başlamadan önce yazmışım ve neler söylemişim erkeklere neler.

Sonunda allah akıl fikir vermiş bana, edepsiz edepsiz küfürlü müfürlü şeyler yazarken çekinmemişim belli ki o dönem, sinirliydim herhalde.

Hep şu amaçla yazmışımdır; ileride okurum, o zamanlardaki ruh halimi görürüm. Yok canım, vallahi okumuyorum. Buralara falan yazmak da hep meşhur olma hevesinden falan herhalde :D

Arada yazarım, hoşgeldim :) 

28 Ağustos 2015 Cuma

!

Ay şunu giyersem ahmet beğenir mi?
Dur böyle söylemeyeyim mehmet hoşlanmaz.
Yaa neyse ben şimdi bunu belli etmeyeyim ali üzülür.

Cık cık cık! Çok yanlış hareketler bunlar.
Zaten senden hoşlandıysa, sen senken hoşlandı :D O yüzden erkekleri düşünerek hareket etmek yok. Biz olduğumuz gibi en güzel halimizdeyiz, gelen böyle gelir gelmeyen de siktirip gidebilir.

17 Ağustos 2015 Pazartesi

Eleştiremiyor sanız, eleştirmeyi bilmiyorsanız sanırım hepinizin sonu aynı bebeklerim :D

Şimdi düşündüm de, bana bazı arkadaşlarım eleştiri kabul etmediğimi söylerler ve ben de şiddetle "Ne demek kabul etmiyorum?" diye çıkışırım :D

Şunu fark ettim, eleştirirken kişiliğime saldırıyorlar; ben de buna katlanamıyorum. Sadece saldırı var, öneri yok.

Acımasız eleştiri! Evet artık seni de hayatımda tutmamaya karar verdim. Sağdan lütfen.

Hadi öperim.
N. 

14 Ağustos 2015 Cuma

Erkeklerle ilişkilerim (Erkekler ne ister?)

Erkeklere ne yaptığım konusunda hiçbir fikrim yok ama totalde elim boş olduğuna göre yaptıklarım çok da işe yaramıyor.

Şöyle söyleyebilirim,

1- Anlamaya çalışan bir insanım, karşımdaki erkeği de anlamaya; derdini sıkıntısını sevincini paylaşmaya çalışırım.

2- Dinleyen bir insanım,  hem de yargılamadan; yani rahat olmasını sağlarım, bana anlattıklarını üç beş gün sonra yuzune söylemem hatta hiç söylemem; paylaştığı anda kalır.

3- Güvenirim, benim için; bana söylediği önemlidir; başkalarından duyduğum değil.

4- Kıskanmam, ufacık minicik şakalarla takılabilir belki biraz bozulabilirim bazen ama kıskançlık çok farklı bir şey ve onu kesinlikle yapmadım yapmam da.

5- Rahat bırakırım, dip dibe ilişki olmaz, nefes almalı; farklı insanlarla bir şeyler yapmalı sonra da birbirini özlemeli insan daha bi sıkı sarılmak için belki; yani sıkmam işte kısacası.

6- Değer veririm ve bunu gösteririm, prens gibi hissetse fena mı olur, zaten yanındaysam benim için öyle gibidir. Verdiğim değeri ve sevgiyi de göstermeyi severim.

Bunlara rağmen gördüğünüz üzere kaldırılıp öylece bırakılmış pipi gibi yalnızım ve anlam veremiyorum olan bitene.


Nedenini düşünüyorum, hatta birlikte düşünelim, yardım almak iyi gelebilir.
Hadi öperim.
N.

11 Ağustos 2015 Salı

Genç Bir kız / Dan Franck 'Une Jeune Fille'

Hediye aldım, bir kitap. 'Genç bir kız' şeklinde çevrilmiş orijinal ismi 'Une jeune fille'.

Başta çok da ilgimi çekmedi, sadece arkadaşım gerçekten okumamı istediği  için okuyacaktım. Başladım; nasıl bittiğini hatırlamıyorum, ağlaya ağlaya bitme diye sarıldım kitaba.

Sinemasal bir dille yazılmış, Luca ve Anna'nın efsane aşkı. Koca bir hayatı resmen yavaşlatılmış, ağır çekimde aynı zamanda müthiş bir hızla okuyorsunuz; nasıl anlatacağımı bilemedim ama okuyunca anlayacaksınız. Şu fransız filmlerinin en büyük acıları, sevinçleri vs akıl almaz bir sükunetle ağır ağır anlatması ve o sükunetin içinde hayatın hızla geçmesi gibi, galiba yine anlatamadım :) en iyisi anlamak için okuyun.

Paris'te miyiz şuan? yok sanırım Leningrad'tayız; hayır trendeyiz? Şuan nerdeyiz biz diye dönüp dönüp sayfalarını defalarca kontrol ettiğim kitap. Hani HIMYM bittiğinde hissettiğim, göre göre boşa yaşanmış bir hayatı tekrar görmek yıkmadı beni desem yalan olur. Cesaret edip birbirlerine olan aşklarıyla hayatlarını birlikte yaşamaya karar verseler.. Bilemiyorum, ben de mi böyle olacağım?ı sorgulattı bana yeniden. Başkasına aşık, fakat bambaşka bir hayatı yaşayan..

Anna, Luca'ya;
"İçimde iki şehrin olduğunu ve bu ikisinin birbirine karıştığını hissediyorum. Paris ve Leningrad. Seninle beraberken, Leningrad içimi kemiriyordu, evet kemiriyordu çok doğru bir ifade, ama burada, Paris öksüzüyüm."

Luca: ".. her perşembe öğleden sonralarını hatırladığında veya Anna'yı düşündüğünde, geri getirilemeyecek bir kaybın acılarıyla dolu yılların kaçınılmaz geçişinin taşıdığı melankolik bir pişmanlık duyuyordu"

Ve 'Bir genç kız' hiç de tahmin ettiğiniz gibi bitmiyor, Bitişiyle ilgili en ufak bir ipucu bile yok.

Kesinlikle okumanızı tavsiye ederim.
Seygiyle kalın.
N.

7 Ağustos 2015 Cuma

Nasıldı? soldan gidebilirsiniz

Bir rüya gördüm. Çok güzeldi. Sen vardın ve o kadar mutluydum o kadar huzurluydum ki. Sonra uyandım. Kalbimin üzerine hayli ağır bi taş koymuşlar gibi hissettim, daha çok hissettim.

Rüyaları hep işaret olarak görmek istedim, öyle olduklarına inanmak için zorladım kendimi. Hadi tatlım kendini kandırmanın hiçbir anlamı yok. Biliyoruz ki bilinçaltında ne varsa rüyalarımız da onlar oluyor, yani gelecekten bir işaret değil senin ruhunu kemiren şeylerin ta kendisi rüyaların.

Tabi ki de sarılıp uyumak, bedenimi saran kollarında olmak, tatlı dudaklarına minik öpücükler kondurmak istiyorum. Ama rüyalar! soldan s. gidebilirsiniz, size inanmayı seçtiğim vakit bitti.


Hadi öperim.
N.

4 Ağustos 2015 Salı

Kararlar hakkında

Nasıl anlatayım, daha önce hiç yaşamadığım bir şey bu. Ben hep net kararları olan biriydim, kötü kararlar da olsa bunlar. Şuan önümü o kadar göremiyorum her şey o kadar netsiz ki..

Belki tek bir konu olmuştur eskiden bir süre netsiz olan, aşk ya da iş ya da arkadaş ne bileyim başka birçok konuda, ama şu an her şey netsiz. İşin kötüsü, bu duruma neden olan ben değilim.

Bazen ne kadar kötü olduğunu düşünüyorum benim için, müthiş bir boşluk, müthiş bir bulanıklık. Nasıl anlatayım, evreni değil de beyninizle hep olduğunuz o güzel hayallerin olduğu bölgeyi düşünün, her yer gri, hiçbir şey görünmüyor ve siz sadece öylece boşlukta asılısınız.

Sonra duruyorum, al işte Nadya diyorum; sakinlik; huzur dışında hayatında hiçbir şey yok, keyfini çıkar. Gözlemle, yavaşla, insanları tanımaya çalış.

Önümde sabırlı olmam gereken bir koca yıl daha var ve sağlıklı.

Hadi ufak konular yine halledilir ama hayati önem taşıyan konularda vereceğiniz kararları en az bi beş on kere düşünün sonra böyle uğraşırsınız senelerce.

Dağılın şimdi
N.

31 Temmuz 2015 Cuma

Erkeklerden söz ediyorum

..sonra durup şunu diyorsun, ne değişti? Hep aynı şekilde olageldi. bundan sonra değişirse... Eh! kendi bilir.

Vardılar! Gittiler! Sonra tıpış tıpış geldiler!  Peki değişen ne? Hiç. Zamanında gelmiyorsan, ha gelmişsin ha gelmemiş..

Ekime kadar o zaman.
Olmadı! yine ekime kadar :D

Öperim.
N.

27 Temmuz 2015 Pazartesi

Beyazlayan saçlar

Saçlarımda on ya da on beşe yakın beyaz var, göremediğim yerlerinde belki daha fazla ve bunlar son bir yılda oldu. Bir ilişkiyi bitirmeye çalışırken ve bir yenisi öncekinin yanlış kararları da olsa olur mu acaba diye endişelenirken. Endişelenirken, suçluluk duyarken ve daha çok endişelenirken..

Daha önce de benim önemli zannettiğim kalp kırıklıklarım oldu, hatırlamakta bile güçlük çekiyorum; onlara da üzüldüm, ağladım kendimi hırpaladım. Ama saçlarım beyazlamadı. Neden şimdi?

Derinlemesine mi düşünüyorum? Bir tel saçımın beyazlamasına neden olacak kadar mı önemli bu adam(?). Bi saniye! benim endişem kendi hayatım üzerine odaklı. Peki neden endişeleniyorum. Biri zaten bitecek maksimum bir yılı var, sike sike bitecek. Diğeri? Hayatımın ilerleyen noktasında olması bu kadar mı önemli? Ve bu önem zannettiğim şey yüzünden saçımı mı beyazlatacağım? Hangi kişi tek bir tel saçımın beyazlamasından daha önemli? Hiçbiri.

Böyle böyle kendine güvenen o sağlam kadını daha da sağlamlaştıracağım.

Tek bir tel saçımdan daha değerli hiç bir erkek yok.
Hadi selametle.
N.


Dipnot: Valla ah etmiyorum ama ne bileyim bir gram hakkımı bile helal edesim yok, hatta haram zıkkım olsun. Doğru mudur bilemem ama hani alma mazlumun ahını çıkar aheste aheste diyolar ya, bana yaşattığın ve yaşatmaya devam ettiğin, hayatımın gidişatını etkileyen, kalbime senin yüzünden ket vurduğum her şeyin acısı çıkacaksa daha da aheste aheste çıksın piliis hatta, slov moşıında böyle iyice aheste aheste çıksın, kanırta kanırta; (Pardon diyemeyeceğim valla) sike sike çıksın. Ayaklarımın dibinde ölsen , sadece seyrederim, yok hatta onu da yapmam arkamı dönüp giderim.

22 Temmuz 2015 Çarşamba

Acı, zevk ve güç hakkında.

Acılara bakıyorsun, bir süre sonra geçiyor.
Kafanı başka yöne çeviriyorsun, bakmışsın bir süre sonra orda da acı oluşabiliyor.
Lan insanız biz. hep mi güzel geçecek, hep mi aşkla, hep mi sevgiyle..

30 una az kalmış bir kadınım, bakıyorum ki bana zevk ve acı veren her şeyle yoğuruluyorum. geçmişe göre şöyle bir farkla, zevk aldığım şeylerden dibine kadar alıyorum; acılar ise, çabuk geçiyor; çünkü biliyorum uzun sürmeyeceğini ve hayatıma devam ettikçe asırlaarca uzakta kalacaklarını.

Güçlü müyüm?

Güç daima tehlikedir,
Kötü şekilde etkiler;
Harika bir şekilde yozlaştırır.
Hiçbir zaman güç istemedim,
Güç sadece onu yerden almak için,
Eğilmeye hazır olanlara verilmiştir.

..
Öperim
N.




Sorunların halledilmesi hakkında.

- Mesajla.
- Mesaj mı?.. insanlar problemlerini yüz yüze konuşmalı.

Güven problemi

- İnsanlara güveniyor musun?
- Kendime güveniyorum. 

5 Haziran 2015 Cuma

Kürtler hakkında

Ben Bulgaristan göçmeniyim. Türküm, iskan politikasıyla; avrupada alınan topraklara yerleştirilen isyankar Karamanoğullarından.

Beş yaşıma kadar Varna'da yaşadım. Genelde oradaki Türkler batıda yaşarlar, biz doğudaydık; çok nadirdir oralarda Türkler. Biz çok olmasa da, annemler ve onların buyukleri müthiş zorluk çekmişler. Ben çok da farkında olduğumu zannetmiyorum türk olduğumu, zaten beş yaşına kadar türkçe bilmezdim, evde belki konuşulurdu ama benim tüm çevrem Bulgar'dı ve oradaki birçok şeyi hatırlamama rağmen türkçe konuştuğumu hiç hatırlamam. Türkçeyi Türkiye'ye gelince öğrendim.
Bu arada en az beş yılda bir gidiyoruz oraya, çift vatandaşız hala orda haklarımız var, toprak sahibi olabiliyoruz, iş kurabiliyoruz, emekli maaşı alanlar var, oy kullanabiliyoruz; seçimlerde mesela türkiyenin belirli bölgelerine sandıklar geliyor ve biz de oradaki türk partilere oy atıyoruz oradaki vatandaşlarımızın haklarını korusunlar diye. Tatile gittiğimizde bize garip garip baktıklarını seziyoruz türk olduğumuzu anladıkları için, ortalıkta türkçe konuşan çok ama batı bölgelerde yani türklerin çoğunlukta olduğu bölgelerde; gerçi orada da devlet dairelerinde hatta marketlerde bile türkçe bilmelerine rağmen konuşmaya çekiniyor insanlar. Varna'da devlet dairesine gittiğinizde bulgarca birşeyler soruyorlar mutlaka, cevap bekliyorlar; dili bilmediğinizi farkedince köpürüyorlar, "hem dilimizi bilmiyorlar hem bizim vatandaşımızlar, atmak lazım bunları vatandaşlıktan" falan diye, hiç sesimizi çıkaramıyoruz tabi, çünkü annem ve babam orayı vatanları biliyor ve vatandaşlığından çıkmak istemiyorlar, çocuklukları orda, gençlikleri, hayalleri..

Neye benziyor anlattıklarım? Türkiyedeki kürtlere mi? Ama onların pkksı var diyeceksiniz, evet asla onayladığım ve hoşlandığım birşey değil, biz her şeylerine boyun eğdik bulgarların; haklarımızı aradığımızda katledildik. Dağa falan çıkmadık, onlardan insan öldürmedik, çocuk, kadın, yaşlı vs; belki çatışmalar olmuştur tabi ama derinini bilemem o kadar araştırmadım; tabi biliyorsunuz her millet kendini sütten çıkmış ak kaşık olarak tanıtır, kötü şeyler olsa da türkler anlatmazdı bunu.

Belki bi 7-8 yıla kadar kürtler konusunda astığım astık kestiğim kestiktim, sonra ne kadar ortak yönümüz olduğunu gördüm ve utandım kendimden düşündüklerim için. Haklarının olmadığını insanca yaşayamadıklarını söylediklerine sahit oldum biçok kez ve şiddetle karşı çıktım, elektriğinizi bile biz ödüyoruz diye, evet biz ödüyoruz doğru söylüyorum ama yürürlerken veya kendi aralarında kürtçe konuşurlarken falan öyle bir bakıyoruz ki bu bile kendilerini aşağılık hissetmelerine, bu ülkede insan gibi yaşayamadıklarını düşünmeye yeter de artar bile.

Hdp ye oy vermeyeceğim, akpye asla, mhpye de vermeyeceğim, chpye de vermek istemiyorum; hiçbirini hakikaten desteklemiyorum; güvenmiyorum hiçbirine gerçi dürüst olsalar politikacı olmazlar ya neyse.

Demem o ki biraz sakin yaklaşın olaya, geçmişte çok şey oldu evet unutamıyoruz, affedemiyoruz haklısınız; onlar da bizi affedemiyorlar belki ama napalım olanla ölene çare yok biliyoruz ki. Hepimiz insanız ve insanca yaşamaya hepimizin hakkı var, temsil edilmeye hepimizin hakkı var.

Lütfen, birbirimizi başkalaştırmayalım, hepimize yetecek kadar toprağımız var.

19 Mayıs 2015 Salı

Yırtık don muhabbeti

Ya yeni böyle dantelli mantelli seksi bi çamaşır alıyosun tamam mı, bin bir türlü hayalle falan; içinde çok seks göründüğünü düşünüyorsun; hayır iyi de para veriyosun dona yani. Allahın cezası tualetini yapıp çekerken kendilerini, çok sevgili parmaklarından biri danteline giriyor ve..  O anki hisleri nasıl anlatabilirim bilemiyorum.

Ben de günlük ped kullanan bir şahıstım sene başına kadar, sonra farkettim ki böyle penye ama eski bir ton donum var, yenilerini giymeye fırsat bile bulamıyorum. Karar verdim, günde iki tane falan değiştiriyorum eskisinler, yırtılsınlar, yıpransınlar da artık onları atıp yenilerine geçeyim diye. Anacım bi bok olmuyo hiçbirine. Hayır bi tane o dantelli efsane donlardan birini giymeye kalksam anında yırtılır bunları sene başından beri deli gibi giyiyorum, bişey olsun biri ya. Bişey olsun, atayım artık. Bıktım.

29 Nisan 2015 Çarşamba

Ölüm

Bu konuda hiç yazmadım sanırım.

Ben amcamı çok severim. Belki fiziki olarak çok vakit geçirmedik ama ruhsal olarak oldukça bağlıyımdır ona.

Bir salı akşamı fotoğraf dersinden çıktım, tesadüf olarak en yakın arkadaşlarımdan biriyle buluştuk ki cidden dışarıda buluşma işini çok nadir yaparız. Güldük eğlendik. Eve yaklaşınca abisi bizi almaya geldi, hala gülüp eğleniyoruz. Telefonum çaldı, arayan annem. Eve gelmemi istedi. Geç geleceğim dedim. Israr etti. Biraz geç kalacağım diye üsteledim. Amcan dedi. En son biri hakkında bunu söylediğinde "Gülşen ablanın bebeği.." bahsettiği varlık hayatını kaybetmişti. Korkup, noldu amcama dedim. Söylemedi. Üsteledim, noldu amca dedim. Sakin ol, dedi. Sonra kiminle nerde olduğumu sordu, belki de güvende olup olmadığımı öğrenmek içindi. Söyledim. Anne ne oldu amcama söylesene diye yükselttim sesimi. Sakin ol, amcanı kaybettik dedi.

AMCANI KAYBETTİK. AMCANI KAYBETTİK. AMCANI... AMCANI KAYBETTİK. KAYBETTİK.. KAYBETTİK.. YANKILANDI, SONRA DAHA ÇOK YANKILANDI..

O akşam Zü ve Ali olmasa napardım bilmiyorum..

Bilirsiniz, Sizin hiç babanız öldü mü? Der efsane bir şiirinde Cemal Süreyya.

Sizin hiç amcanız öldü mü?
Benim bir kere öldü, kör oldum.
Yıkadılar, aldılar, götürdüler;
Amcamdan ummazdım bunu,
...

Amca! Nasıl gittin? Nasıl gidersin?

Seni seviyorum. Canın yeğenin.
N.

Dipnot; İçmeyin! içki sirozdur, siroz ölüm.

27 Nisan 2015 Pazartesi

Acı ve mutluluğun döngüselliği hakkında

Çok hoş olmayan bir dönem atlattım(sayılır) hayatıma etkileri maalesef ki hala devam ediyor, resmi bir durum var o da hallolsa güzel bir döneme geçiş yapacağım.

Kendi kendime hep takardım, ay ben mutlu olmayacak mıyım, ay zart ay zurt diye. Son bir yıldır her şey güzel olcak vs gibi laflarla kendimi avutuyordum. Meğer avutma falan değil bu düpedüz kandırma imiş. Çünkü;

"Modern insan mutluluk hedefiyle yasiyor. Hic gerceklesmeyecek bir yalan. Cunku hayat, acilarin ve iyilesmelerin, yaralanmalarin ve ayaga kalkmalarin birbirini dongusel olarak takip ettigi bir butun."

diyor terapistin biri. Valla düşününce oldukça da haklı.

Hayır öyle ya da böyle bir acı bir mutluluk, bir yıkım bi toparlanma vs olacaksa neden üzülüyorum lan ben?

Hadi biraz daha güç. Yüzdüm yüzdüm kuyruğuna geldim gibi, hadi bebeğim biraz daha güç. Bak hiç kimse, hiçbir şekilde öğretemezdi sana bunları, hadi biraz daha sabır.

Öperim güzel ruhumu.
:*
N.

Canım kelimesinin benim için önemi hakkında

Canım kelimesi benim için çok değerlidir. Ağzımda laçkalaştırdığım bir kelime olmamıştır, gerçekten canımdan gördüğüm canım kadar değer verdiğim insanlara söylerim(dim, bunca insanla sürekli yakın ilişki içinde olduğum bir işim olmadan önce)

Biriyle karşılaşırım;
O- A, N. canım nasılsın?
Ben- Aaah (*adı neydi bu kızın? adı neydi? neydiii? off, ya neydi adı?) Canım ya, iyiyim sen nasılsın?

Kızın adını bir türlü hatırlayamam ve götü toparlamak için canım deyiveririm.

Hadi ilki yine iyiydi, geçenlerde kardeşimle birlikteyken bi arkadaşla karşılaştık;

O - Merhaba N.ciğim nasılsın?
Ben- İyiyim (*siktir ya, allahım adı neydi, çok iyi tanıyorum kızı o kadar muhabbetimiz var, adı neydi?) canım sen nasılsın?
O- iyiyim ben de, arkadaşın mı?(kardeşimden söz ediyor)
Ben- Kardeşim, (tanıştırmaya kalkıyorum, deli cesaretiyle; halbuki hala hatırlayamadım kızın adını) bu benim H.; kardeşim bu da arkadaşım (..... yarım dk adını düşünüp kendimi rezil ederim) hani sarı bi kuşu var babası balkondayken böyle böyle yapıyodu ha işte bu o kız.

Resmen kızın adını unutup, kardeşime kuşlu kız diye tanıştırdım kendisini, hayır kuşlu arkadaşım de bari, kuşlu kız ne lan? Hayır sen hatırlayamayıp boka saran olayı canım diyerek toparladın tamam da neden tanıştırmaya kalkıyosun kardeşinle?

Çok insanla muhattap olmaya başladığımdan beri insanlara canım derken acayip suçluluk duyuyorum, kelimenin bende anlamı bambaşka çünkü ve o anlam kesinlikle onlarda yüklü değil.

Bu arada Hacercim seni kuşlu kız olarak tanıttığım çok çok özürlerimi sunuyorum.

Öperim.
N.

*İç sesimin söyledikleri

26 Nisan 2015 Pazar

Beklenti hakkında

Benim bir ritüelim vardır. "Az beklenti, çok mutluluk." Sonra daha da fazlası olarak, "Sıfır beklenti." (bu bile bir beklenti değil mi?)

Tecrübeyle sabitlenmiştir, böyle bir şey namümkün maalesef. Uzun yıllar bunu gerçekleştirebilmek için uğraştım; işin acı tarafı gerçekleştirebildiğime de inandım. Büyük beklentiler içindeyken bile, bi beklenti içinde değilim yalanını söyledim kendime; istem dışı.

Lan! Beklentisiz hayat mı olur? Beklentilerin olmasa nasıl bir işi yapmak için uğraşacak şevki bulacaksın kendinde?

Hay ya! Tamam halletçez. Biraz daha uzasın şu polyannacılıktan gerçekçiliğe geçiş de.

Hadin selametle.
Öperim.
N.


24 Nisan 2015 Cuma

Kırk yıllık kefalim böyle GÖT görmedim

Hadi biraz kefalim cidden, insanların söylediklerini doğru kabul ediyor, onlara inanmayı tercih ediyorum. Ulan tamam da salaklık dönemimi atlattığımı da düşünemiyor musun? Hayır ben hiç mi kimseden öğrenmeyeceğim, ulan onca tanıdıktan bi tanesi bile mi söylemeyecek gelip bana? Ha?

Allahın götü! Onca konuşup konuşup nasıl gelip bana canım cicim yapıyon lan? Suratına bakarken sana katlanamadığımı ifade edemiyor muyum? Zor tutuyorum kendimi. Ağzının ortasına geçirmemek için dişlerimi nasıl sıktığımı da mı farketmiyosun? Ulan bu kadar mı salak yerine koyuyorsun beni?

Hayır ne var lan benimle alıp veremediğin, ne abuk subuk konuşuyosun dicem; inkar edip edip o mu dedi bu mu dedi diceksin. Ben bunu yapar mıyım, sana hep yardım etmedim mi diceksin. Benden bekliyo musun diceksin, ay tutup bi de ağlarsın da sen; ben çok hassasım da bilmem neyim de deyip. Psikolojinin ne kadar bozuk olduğundan ailevi sorunlarından girer bir de güzel kıvırırsın. Masaya çık masaya!

Ulan varya o kadar alamıyorum ki hırsımı :@

Salak değilim, salağa yatıyorum.

Hadi selametle.

Dipnot: Zü, neye bu kadar tepki verdiğini anlamamıştım. Yazarken durumun benzerliğine ben bile şaşırdım. Özelden mesaj atarsan kim hakkında konuştuğumu yazcam. Bu GÖTle Alinin zerre kadar ilgisi bile yok hatta. 

22 Nisan 2015 Çarşamba

Göt


Ah! Siz hayatınızda böyle göt gördünüz mü?
Lüle saçları arasında saklı kurnaz aklı,
İlim, irfan; sorsan hepsi onda saklı. 

Haspam
Sadece her şeyde o haklı. 
Madem atacaksın, yalan yanlış 
Anlattığın insanlara bi bak
N. elbet bir gün duymuş olacak.

Arkadaş ayağı göt ayağı

Size zarar verecek insanlar uzağınızdan değildir. Sizi tanımayan etmeyen bi insanın sizinle ne alıp veremediği olabilir ki?

Böyle götleri iyi tanımanız lazım ve hayatınızdan uzaklaştırmalısınız onları, enerjinizi ve şevkinizi alırlar. Onlarla ilgili sinirlenip köpürerek geçireceğiniz vakitte daha iyi şeyler yapabilirsiniz.

Gereksiz kendini öven, bi sik yapmazken kendini yapıyormuş gibi gösteren, alttan alttan sizi aşağılar gibi konuşan insanları SİKTİR EDECEKSİNİZ hayatınızdan.

Haddini bil pezevnk herif.

Hadi selametle.
N.

20 Mart 2015 Cuma

Yalnızlığın keşfi - Paul Auster

Sebahattin Ali'nin Kürk Mantolu Madonna'sı nasıl etkilediyse bu kitap da beni öyle etkiledi.

İki bölümden oluşuyor, "Görünmeyen bir adamın portresi" ve "Anı Kitabı"..

Auster; babasının ölümünden sonra, onunla yaşadıklarını, onun davranışlarından nasıl etkilendiğini müthiş bir dille anlatıyor. Benim çocuğum olursa onu nasıl yetiştiririm korkum zaten vardı, fakat bunu daha çok arttırdı.

" Beckett 'Alışkanlık öldürücü bir şeydir' der. Zihin somut belirtilere tepki göstermezse, duygusal belirtilerle karşı karşıya kalınca ne yapar?"

"Ölmüş bir adamın eşyalarıyla yüz yüze gelmekten daha korkunç bir şey olmayacağını öğrendim. Eşyalar cansız şeylerdir: Yalnızca kendilerinden yararlanılan yaşamdaki işlevleriyle anlam kazanırlar. O yaşam sona erince, aynı kalsalar bile, yine de değişirler. Hem vardırlar, hem yokturlar; Artık ait olmadıkları bir dünyada kalıp yaşamaya mahkum olan somut hayaletlerdir. Örneğin, artık gelip kapıyı açamayacak bir adamın yeniden kullanması için sessizce bekleyen bir dolap dolusu giysi için ne düşünülebilir ki?"

"Başka birinin yalnızlığına girmenin olanaksız olduğunu anlıyorum. Bir başka insanı az da olsa, tanıyabileceğimiz doğruysa, bu ancak o kişinin kendini tanıtmak istediği ölçüde gerçekleşebilir. Birisi: Ben üşüyorum, diyebilir. Ya da hiçbir şey söylemez, biz onun titrediğini görürüz. Her iki durumda da onun üşüdüğünü biliriz. Ama ya adam ne bir şey söylüyor, ne de titriyorsa?.."

'"Düşgücü etkinliğinin ilk izlerini mutlaka çocuklukta aramamız gerek. Çocuğun en çok severek ve kendini vererek yaptığı iş oyundur. Belki de her çocuğun oyun oynarken düşgücü güçlü bir yazar gibi davrandığını, kendine bir dünya yarattığını, ya da daha doğrusu, kendi dünyasındaki şeylerin yerini değiştirip onlara yeni bir düzen verdiğini söyleyebiliriz.. Onun bu dünyayı ciddiye almadığını düşünmek yanlış olur; yam tersine, oyunu çok ciddiye alır çocuk ve oynarken oldukça fazla kullanır duygularını." Freud

"Bu iki köpek benim ağabeylerimdir" demiş ikinci yaşlı adam. "Bu katır benim karımdır", demiş üçüncüsü. Bu başlangıç cümlelerinde tasarımın özü yatmaktadır. Çünkü bir şeye, gerçek dünyadaki gerçek bir nesneye, bir hayvana örneğin, bakıp da onun şuanda olduğundan başka birşey olduğunu söylemek ne anlama gelir? Her şeyin çifte yaşamı olduğu, hem dünyada, hem de zihnimizde bu yaşamlardan herhangi birini yok saymanın o şeyi iki yaşamda birden öldürmek olduğu anlamına gelir.'

Orhan Hoca'dan aldım okumak üzere ama en kısa zamanda edinip tekrar okumalıyım.

Belki tek bir cümlesi üzerine saatlerce düşünmeniz gereken bir kitap. Şiddetle tavsiye ediyorum. Okuyunuz.

Sevgiyle kalın.N.