28 Aralık 2012 Cuma

Hayaletli Eskişehir Turundayız Gençler

Anlatayım, yaklaşık olarak geçen ay gerçekleşti bu olay.

Ali, Zlatka, Conika, Vladimir ve ben; Hadi Ankara'ya gidelim deyip atladık Ali'lerin kamyonuna. Vuuuhuuuu; canı sıkılan arkadaki açık kasaya geçiyo, canı sıkılan bangır bangır şarkı söylüyo, Ali direksiyonda; hepimizin canı sıkılırsa toptan kasaya geçiyoruz, gelsin biralar. Nasıl eğlenceli nasıl, biraz soğuk hava ama eğlenceden kimsenin aklına hava gelmiyor.

Sabaha karşı saat 5 gibi Eskişehir'e giriyoruz. Hadi bizi gezdir diyorlar, yok diyorum ısrar ediyorlar; illa canımı sıkçaklar; illa özletçekler yani burayı. İyi diyorum.
Bi anda kamyonet kayboluyor. Esparkın hemen altındaki tren yolunun ordayız. Amacım köprünün bitişindeki çin restoranına götürmek gençleri, hep burda yiyoruz biraz da orda yesinler de lezzetin ne kadar ucuza mal edilebileceğini görsünler. Yürüyoruz yürüyoruz, her taraf sık sık ev ve duvar olmuş; caddenin sonundan Doktorlara çıkmamız gerekiyor fakat öyle çok ev yapmışlar ki önce bu labirenti aşmak gerekiyor. Sağ sol sağ sol derken epey bi uğraştan sonra sözde doktorlara çıkıyoruz. Çıktığımız yer köprünün hemen altı olması gerekirken biz bambaşka bir caddenin sonunda gibiyiz, Doktorlar caddesine benziyor evet ama sadece caddenin genişliği açısından, eski ve siyah beyaz evlerden oluşuyor burası biraz ürkütücü ama en azından sonunda köprüyü görüyoruz derken ce eee yine Kezban. Arkadaşlarına neden her yeri gezdirmiyorsun, sen biliyorsun buraları falan diyor, kendi kendine konuşuyor benimle ama ben ona cevap bile vermiyorum, pek hazzetmiyorum ondan biliyorsunuz. Neyse tin tin giderken geldik bizim çin lokantasına ama ev mi olmuş burası?

Girelim ya, belki içeridedir lokanta. Giriyoruz, alt katı açan olmuyor, üst kata çıkıyoruz. Çalıyoruz kapıyı; korkuyoruz da aynı zamanda ve kapıyı öle bir şey açıyor ki altımıza ediyoruz nerdeyse hepimiz, bi hışımla ikinci katın merdivenlerinden ilk kata inan mi ararsın, çığlıklar eşliğinde çıkış kapısına bulmaya çalışırken birbirine çarpan mı ararsın, hem ayakları kıçına değerek koşup hem bana ana avrat söven mi?
Öyle bir koşuyoruz ki gelişimizde saatler süren caddeyi birkaç saniyede katediyoruz ve hoppala Espark'ın önündeyiz. Herkes öyle sakin ki sanki az önce göz bebekleri olmayan, sadece beyaz bir çarşafla boynundan aşağısını örtmüş, saçı başı iğrenç bir kadın hepimizi kovalamadı. Ben tedirginim tabi, bütün hevesim kaçtı; bunlar da tutturmuşlar biz Ankara'ya gitmemeye karar verdik, burda geçirelim geceyi demeye.

Grupçak hoplaya zıplaya giden bizimkiler bi tarafta, iki gün napçam burda; sinirlerim tepeme çıkçak, Efsad'a gidemicem cuma değil bu gün Tolga'yı görme ihtimalim yok, kar da yağmamış diye hayıflanan ben bi yandan..
Üniversite caddesine giden  yolda Kahve Diyarı'nın oraya gelince bi kuş bakışı yapıyorum caddeye karşı ve ne ben varım, ne Zlatka ne Conika ne Ali ne kamyon ne kezban ne Vlat  Tolga da yok. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorum yap